12/20/2006

AY bilmecesi...

Sen; sapsarı bir sonbaharın içinde, bir ‘Ağustos şiiri’ydin o gece...

Gözlerinin arkasında olup bitenleri görüyorum dediğinde, şaşırmıştım... Sahi görüyor muydun bu sonbahar yalnızlığını? Ya aklımdan geçen ‘Ağustos şiiri’ni ? Uymuyordu mevsimler ruh takvimime... Onu da görüyor muydun sahiden? Yukarıda bir mehtap vardı... yani sen öyle söylemiştin. Mehtap olsa yakamoz olur demiştim... öyleyse ‘sevtap’ olsun demiştin. gülmüştük... Sen yanıma oturmuştun, aslında bütün hikaye buydu...

Soğuk muydu? Bilmem...Üşümüyordum. Kahve elimde sıcak, sen içimde buruktun. Serin bir sonbahar sabahının içine akan, 'Ağustos şiiri’ gibiydin. 'Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek' diyordu Hasan Hüseyin, 'ölümden ötesini aklım almıyor' diyordu ama yine de yüreği sızlayarak ve beterin beteri var diyerek, kederli bir son hazırlıyordu bu gidişe. Bilirsin şiirler okunsun diye yazılmaz, bir iç yarasının döküntüsüdür şiir, bir yüreğin en masum sesidir şiir. İşte bir şiir yüreğinin nar'ı-na dokunmuşsa bir kez, bu seninde meselendir bundan böyle. Dudaklarını durdurduğun ilk yerde, peşinden gelecektir istemesende... ve gelgelelim hayat... Hayat kurgudur be cancağazım şiir gibi değildir. Yaşanmamış da yaşanmış gibi yapılandır, biraz sahtetir yani anlayacağın... İsimler, mekanlar, isim benzetmeleri filan... Dokunamazsın çünkü dokunacak kadar yakın yoktur kimse... Ama sen...sen bir ‘Ağustos şiiri’nin içinde sapsarı bir sonbahardın o gece.

Ne kadar yakınlaşırsan bir insana o kadar görmez olur ya gözlerin, ne kadar düşünürsen, o kadar düş olur hani özlediğin. Hani uçan atlar ve dev aynaları dolaşır etrafında, oradan denizin köpüğüne karışır kelimeler, yok olur yokluğun, sen yok olursun hani... kaybolursun... bilir miydin? bilirdin... çünkü sen düşüncem gibiydin...

Ah beterin beteri vardı doğru... Mesela bir ay vardı o gece. Yalan değil... Ne mehtaplar görmüştüm denizi aydınlatan, apaçık ve dokunacak kadar yakın... Ama hiç biri bu puslu, bu yarım, bu incecik hilalin kısık ışığı kadar aydınlık gelmemişti bana.

Delicesine gitmek fikri yüzyılın moda şarkısıydı. O yüzden ağzıma takılmıştı. Yoksa gitmek nereye gitmek olacaktı ?... Bir kaç kadeh içki ve bir kaç sokak ötesi belki... bu deniz, bu ay, bu sonbahar, sen var oldukça, elbette ağzımdaki şarkının ismi 'gitmek' olacaktı... Bilirsin ekmeğine bir parmak bal çalınmış çocukların sevincini, İşte öyle bir şeydi yanından şımarıkça kaçmak isteği..

Yukarıda bir mehtap vardı. Yani sen öyle söylemiştin. bu mehtap değil demiştim, ‘öyleyse sevtap olsun’ demiştin... gülmüştük... Bir sonbaharın içine o an çizildin sen... Bakmadan gördüğüm cennet sokakları gibiydi gözlerin...

Önce inanmamıştım sana... sonra... sonra inandım. Hasan Hüseyin ne diye yazmışsa ‘Ağustos şiiri’ni, ben de öyle yazmışıtm bu ‘ay’ bilmecesini... bu tuhaf, bu mevsimsiz sonbahar güncesini... Aslına bakarsan... Sen yanıma oturmuştun ve bütün hikaye buydu...

Bundan böyle ne zaman puslu bir ayın gölgesinde 'bak mehtap var' diyecek olsa biri, ben seni hatırlayacaktım... Hayır diyecektim. Gülecektim. O ‘mehtap’ değil... O ‘sevtap’... İsmini vermeyecektim. O ‘sensin’ demeyecektim. Yine uymayacaktı ruh tahvimime hiç bir mevsim. Gözlerimin arkasında olup biteni görmeyecektin o vakit. Sımsıkı tutunacaktın aklıma ama... sen onu da bilmeyecektin. Yine kar yağacaktı, yine yağmur, yine güneş açacaktı, yine ay doğacaktı senden sonra... sonra unutacaktım... ama ‘Ağustos şiiri'...ve o malum ‘ay'... ve güzel ismin... hep seni hatırlatacaktı bana...

Oysa sadece yanıma oturmuştun ve bütün hikaye buydu ...



sibelbengu@yahoo.com
Subject: AY bilmecesi...
http://www.acikgazete.com/?newsid=13302
Messge:

10/26/2006

Ne olmazsa olmasın, içinde sen varsın...

Belki garip gelecek ama, İstanbul’da ilk defa bu çamur deryası, trafik karmaşası, şemsiye furyası ve su sıçratan arabalar canımı sıkmadı... İlk defa...

İlk defa bir sahil kasabasında inceden yağan yağmurun tenteden toprağa süzülüşünü görmek istemedim. Vazgeçilemeyecek bir zaman da yaşadığımdan değil, tam tersine vazgeçilebilecek bir anı yakaladığımdan... Evet herşeyden ama herşeyden vazgeçebilmenin aslında ne kadar da kolay olduğunu anladığımdan. Öyle şiddetli bir su boşalması ki bu; defolup gitmelerin, terkedişlerin, köpek gibi rezilce sevmelerin, hınca hınç sevişmelerin zamanı. Ne durdurur seni! Savrul göklere, yağ, yık, geçip git sonra hiç birşey olmamış gibi, durul bulutlarda. Kim tutar ki seni kim?. Sen küçük masum bir su damlasısın nasılsa. Bu kadar işte! Şu küçük masum su damlasının açtığı işlere bakın diyecekler en sonunda.

Hep küçük şeyler diyor Bülent Ortaçgil. Hep küçük şeyler; büyük fırtınaların, büyük kopuşların, büyük aldanışların, ihanetlerin ve daha nelerin başlangıcı değil mi?. Ben o miniminnacık su damlası gibi, o fırtınanın patladığı aydınlık anı gibi, asi bir rüzgarın içinde yırtıp geçmek istiyorum gökyüzünü. Ve öyle inmek istiyorum İstanbul'a... öyle yağmak istiyorum İstanbul sokaklarına... Hisar’a, Maslak’a, Eyüp’e, Koşuyolu’na. Yağıp geçmek istiyorum. Ben böyle havaları seviyorum İstanbul’da. O korkunç gümbürtülerle başlayan sabahların, derin bir sezsizliği getiren akşamları olacağı için belki. Böyle bir sessizliği ancak ve ancak büyük bir savruluşla kazanabileceğim için belki. Tıpkı ben de öyle suskun bekleyişlerin içinde bir gürleyip bir yok olmak istediğim için belki.

Ben İstanbul’u seviyorum. İstanbul’un bataklık çamurlarını bile seviyorum. Taksilerin, minibüslerin, otobüslerin fren, korna ve küfür seslerine aldırmadan. Kolum, bacağım, göğsüm, kafam ağrımadan, çıldırmak için en uygun zaman... şimdiki zaman. Gitmek için, gelmek için, yağmak, dökülmek için, kaybolmak için, ölmek için, bir doğal afetin kollarına sığınıp korkaklıklarımı kusmak için en uygun zaman...şimdiki zaman... Güneşin açmasını beklersem yine o yokmuş gibi davrandığım duygularımı öldürmeyi başaramayacağım için. Bir kuyudan, bir köprüden, bir sağanaktan ve en önemlisi senden uzaklaşabilmeyi,
bir güneşli bahar gününde başaramayacağım için. Böyle havaları seviyorum İstanbul’da.

Bir kurşun darbesiyle beyninden vurulmak gibi, tek hamlelik ve geri dönüşsüz olmalı bu gitmeler. Gittin mi bitmelisin yani. Bedenin düşmeli su dolu caddelerin kıyısına sessizce. Sen kopan birşeylerin farkında olarak yavaşça yere yığılıvermelisin. Görenler bir aşk cinneti demeliler. Ölürken bile gülebilmelisin. Ah İstanbul beni ne hallere koydun diye... O yokuş sokağın kaldırım taşında, yüzünden boynuna akan incecik kanın karışıp gittiği sele aldırmaksızın, bir kere de ölmelisin.

Tamam....İtiraf ediyorum ben kızdım da bu karabasan gibi İstanbul’a düşen asabi yağmura. Üzdü beni kabul. Kendimi patlamaya hazır bir fırtına anı gibi gördüğümden mi, fırtına sonrası dinginliği özlediğimden mi, yoksa kaçışlarımın nedenini o fırtına anının üstüne atıp rahatlayacağımı düşündüğümden mi bilmem. İlla ki kaçtığım illaki kurtulamadığım o küçücük su damlasının bile yaptığını yapamadığım, yağıp geçemediğim, yıkayıp geçemediğim, kalbimi katıp önüme götüremediğim için mi bilmem. ‘özledim’ demek yerine, oturup bu rezilce yağmur kabusunu yazdığım için mi bilmem!...neye kızdım?

Gelgör ki... ben yine de seviyorum İstanbul’u bu havalarda. Çünkü ne olmazsa olmasın, içinde sen varsın...

28 Eylül 2006-AÇIKGAZETE
http://www.acikgazete.com/?newsid=11925&category=164
sibelbengu@yahoo.com

Kadın dediğin...


Kadın dediğin güzel olacak arkadaş. Şöyle savurdu mu eteğini, ruhun rüzgarına kayacak. Bacakların, ayakların, bilekten bağlı ayakkabıya tutunan parmakların seyrine doyamayacaksın.

Bakımlı olacak kadın dediğin. Saçları ipek , topukları pembe, boynu ince, salındı mı kuğu gibi zarif olacak ve zarifliğinin ortasında bir hanımefendi barındıracak. Güzel olacak ama kaşı, gözü, bacağı, iki meme ucundan önce, sözü doğru, ruhu aydınlık olacak, güzelliği komple olacak. Korkmayacaksın gecenin bir vakti sol cenapta yüzünü gördüğünde. Yeni bir kabus gibi yaşamayacaksın gerçeği de. Güzel olacak ama, aklını evde tutacak kadar da akıllı.... Seni elinin tersiyle değil, avucunun içiyle kavrayacak... Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz beni böyle. Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek küçük kurtçuklarla. Sıradan ve kabullenir yaşamanın ne demek olduğunu sindirmiş olacak içine.

Asla şatafat düşkünü olmayacak. Doğum günlerinde bir sıcacık öpücüğün yerini, tek taş bir De Beears’ın alamayacağını algılayacak kadar doygun olacak. Hatırlaman yetecek özel günleri, pahalı bir hediyeyle savuşturmadan. Sadeliğin içinde farkedilir olabilmeyi, gösterişli kıyafetle bir tutmayacak. Duruşu, oturuşu, yürüyüşü abartılı değil, basit hiç değil, sadelikten oluşacak. Kendini süs bebeği gibi ortaya atıp, fingirdeşmeyecek başkalarıyla. Ekonomiden, politikadan, milli maçlardan ve kültürel olaylardan haberi olacak. Bizi kim yönetir, nasıl yönetir, demokrasi, monarşi, oligarşi nedir bilecek, saf hatun numarasıyla cahilliğini güzelliğiyle örtmeye yeltenmeyecek. Gezip, eğlenmesini bildiği kadar, pazar parasını kozmetiğe yatırmaması gerektiğini, domatesin, ekmeğin, soğanın, kıymanın kaç para olduğunu bilecek. Cak cak telefonda konuşup, niye böyle fatura geldi hayret tribine girmeyecek. Eşini dostunu kollayacak ama içi vıcık vıcık dedikodu yumağının içinde kaybolmayacak.

Marka düşkünü, moda düşkünü olmayacak kesinlikle...Takip edecek ancak yakışanı seçecek. Sökük, paça boyu, fermuar dikmeyi bilecek, herseferinde terzi aranmayacak pırnık pırnık. Elinden her iş gelecek. Marifetlerini sadece seni elde ederken değil, seni elde tutarken de gösterecek ve tüm bunlar içinden gelecek içinden, göstermelik olmayacak.

Adamın siniri bozmayacak, tepesini attırmayacak, cinleri başına toplamayacak, körolası dilini gerektiğinde yutacak... Çarşı pazar görmesini, sana don kilot almasını, gömlek ayakkabı numaranı bilecek... ve zevki seni giydirecek kadar yerinde olacak, kendisini giydirmeyi bildiği gibi.

Orada burada dedikodu yapmayacak, laf taşımayacak, ayıkla pirincin taşını durumlarına sokmayacak. Ortalık yerde kahkahalarıyla sebepsiz çınlamayacak. Dekoltenin dozunu kaçırmayacak ama sıkı sıkıya da kendini ambalajlamayacak. Açık saçık olan elbisesi değil, sana olan ilgisi olacak ve bunu gösterebilecek medeniyeti...

Onu bir kediyi sever gibi seveceksin yanıbaşında ve huzurla... Öyle ‘çağırdım, gelmedin, geç kaldın, aramadın, sormadın, kiminleydin, hesap ver’ yapmayacak. Sana yüreğiyle güvenecek, inançlarıyla sokulacak. Bilmem kimin sözüne aldırmayacak, asla arkadaşlarının arkasından konuşmayacak, hele küfür hiç etmeyecek. Sınırını zorlamayacak , salya sümük ağlamayacak, kıytırık nedenlerden hır gür çıkarmayacak. Sözü dinlenir, anlaşılır olacak. Bir hatayı allayıp pullayıp abartmayacak.

Gömleklerini o ütüleyecek ve o gömleğe hangi pantolon yakışır bilecek. Ama hayatı giyim kuşam üstüne kurulmayacak. Uyum ve uyumsuzluk nedir bilecek. Bir kere, topuklu ayakkabıyla spor ayakkabının ayrımını yapabilecek arkadaş. Dağa çıkarken rugan ayakkabı giymeyecek. ‘Of yoruldum, beni ara, beni al, beni bul, bunu isterim’ değil, ‘sence de uygunsa, yanındayım, ben gelirim, merak etme’ olacak lügatında. Tereciye tere satmayacak yani. Hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek ve arkandan laf söyletmeyecek....

Kadın dediğin iyi sevişecek arkadaş. Koyun gibi de€il, kımıl kımıl olacak yatakta. Aklını başından alacak ama, aklını sadece bununla yormayacak. Delireceksin ama delirmen hastalıktan olmayacak. Uzanıverdi mi yanına boylu boyunca, göğsünde atan kalbinin yerine koyacaksın kendini, ruhunu, herşeyini. Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin.

Kadın gibi kadın olacak kadın dediğin, çıtır çerez niyetine yemediğin. Bir gecelik değil, ömürlük olacak ömürlük. Yıllara rehaveti değil huzuru taşıyacak. En seksi leydi olmayı da bilecek, hanım sultan olup sözünü geçirmeyi de. Cıvık konulara takılıp zaman tüketmeyecek, küsmeyecek, süründürmeyecek. Kadın dediğin ayıp nedir bilecek.

Sıkboğaz edip seni yalancı durumuna düşürmeyecek. Seni öyle bir tutacak ki arkadaş, sen bile şaşıracaksın öyle tutulduğuna. iki lafın başı, her tartışmada ayrılalım tehtidi savurmayacak. Sabırlı olacak ve asla gururuna dokunmayacak...

Tuzu az, şekeri çok gibi limiti olmayan prosedürsüz yemeklerle işi olmayacak. şöyle pastırmalı kurufasülyenin yanına tereyağlı pilavı konduracak şüphesiz. Salatasız oturmayacak yemeğe. Temiz olacak herşeyden önce mesela köfteyi mıncıklarken elleri . Yahut pahalı parfümlerin sindiği, süslü püslü boyacı küpü gibi, her öptüğünde bulaşık bir tadın kaldığı bir kadını öpmeyeceksin. Buram buram aşka sarılacaksın arkadaş. Buram buram kadın kokacak kadın dediğin.

Kadın dediğin güzel olacak ama eli yüzü düzgünden çok öte birşey. Zeki olacak zeki, seni bir hamur gibi karmasını da bilecek, o hamura kendini katmasını da... Paranın gücünü bilecek ama ne parasızlığın ezikliğini ne de paranın kudurmuşluğunu yaşayacak. Değerlerini bir anlık hevesler uğruna terketmeyecek. Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seni baştan çıkarırken kullanacak, yan gözle adam kesmeyecek ,üstüne sevgili edinmeyecek.

Sarışın, renkli gözlü, uzun bacaklı, beyaz tenli, ince bilekli dilber filan fasarya... Kadın dediğin hatun olacak arkadaş, sözüne güvenilir, olacak. Bileceksin ki konuşulanlar burada kalır, kapıdan çıkmaz bir daha. Ağzı sıkı olacak kadın dediğin. Sırrını tutacak ama gününü bekleyip kusmayacak...

Para lazımcılardan, kürkçülerden, cep telefonu manyaklarından, dırdırcılardan, unutkanlıklarını senin üzerine atanlardan, kendi yetersizliğini seni suçlayarak rahatlayanlardan, raf süslerinden, tehtidkarlardan, kaçaklardan, kıkırdayanlardan, boş bakanlardan olmayacak. Saflığı, cahilliği, aptallığı oynamayacak, biraz ukala olabilir ancak sana rol yapmayacak. Komplekslerini güzelliğiyle örtmeye çalışmayacak. Bir şeyi çok isterse ve inançları doğrultusunda yapacak.

En önemlisi kendini sevecek arkadaş, kendini sevmeyen kadından sana ne hayır gelir. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu kadınla ne yatağa sığabiliyorsun, ne toprağa... Koluna takıp gezmesini de bileceksin gururla, koynuna çekip sevişmesini de şehvetle. Analığını da bilecek, çocuklarından saygı görmeyi de, anaya babaya hürmet etmeyi de...

Kadın kadın olacak be, seni sadece sen olduğun için, sensin diye sevecek. Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle , sınırlamayacak. Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem annen, hem çocuğun olacak, bağrına basacaksın huzurla... Bileceksin ki evde ‘O’ kadın tarafından beklenmenin zevkini hiçbir zevk yaşatamaz sana...

Öyle bir kadın işte... Vardır vardııııııııır!..
Sende adam olacaksın seçmesini bileceksin!

23 Temmuz 2005-AÇIKGAZETE
http://www.acikgazete.com/?newsid=5610&category=149

'Adam gibi adam' dedikleri...


Adam dediğin; cesur olacak! Baktı mı şöyle karşıdan, için titreyecek için. Ayaklarında bir dermansızlık, seni alıııp götürecek. Artık ev mi olur, deniz mi, gökyüzü mü, nedir bilmem. Alsın götürsün yeter.

Adam dediğin; Sana ihtiyacım var demeyi bilecek. Seviyorsa seviyorum var mı, diyebilecek. Korkmayacak ne aşksızlıktan ne parasızlıktan ne senden ne başkasından...

Öyle sümüklü böcek gibi yapışmayan cinsten, kalabalıklarda gözlerini senin üzerinden ayırmayan. Tamam sigaranı O yakacak, kapıyı sana O açacak, şarabı senin için ilk O tadacak, kibar olacak kısaca asla yapışık ikiz değil. Oturup kalkmasını, kültür yapmasını, iki maç anlatmasını, ekonomiyi, siyaseti bilecek... Misal; Atatürkten sonraki 4 cumhurbaşkanını sayabilecek tereddütsüz...

Vizyonu olacak vizyonu, televizyondan bakmayacak hayata. İki laf ettiğinde bileceksin ki anlamış da başka konuya atlamış bile. Uyuşuk olmayacak adam dediğin leb demeden leblebiyi yutacak. Sabah saati kurmadan kalkabilecek ve çoraplarını nereye koyduğunu bildiğinden sabahları debelenmeyecek, titiz değil ama, bir kadına ihtiyacı olmadan da yaşayabileceğini gösterecek.

Adam dediğin sihirli olacak azıcık, ruhuna ulaşmayı öğretecek. Biraz da kıskanç olacak, vurdu mu ses getirmeyecek ama vurmaktan beter edecek gözleriyle... öyle bir adam işte.... Arada sırada dokunmayacak sana. Aramayacak. Mavi bir kaç gömleği olacak illaki senin ütülediğin. Merak edeceksin merak, öyle lök diye burnunun dibinde bitivermeyecek. İnsanın iyi hali var kötü hali var, sende bazen görmek istemeyeceksin, anlayacaaaaak....

Adam dediğin, güdümlü değil eğitimli olacak. Okuduğunu anlayacak, bilmediğine bilmiyorum diyebilecek, sallamayacak özet... Lügatında -haklısın-doğru-evet-gidelim-yapalım-merak etme-sen üzülme- olacak. -üzgünüm-yorgunum-belki-yarın-olmaz olmayacaaaaak... Kasımpatı gibi açılıp saçılmayacak. Bacakları kalınsa, yazın güneşin altında uzun paçalı don ve naylon terlik giymeyecek.

Adam dediğin bir söylediği sözü unutmayacak, geri almayacak, temcit pilavı gibi çıkarıp çıkarıp höykürmeyecek. Utanmayacak, arlanmayacak, başkasının karısına da yan gözle bakmayacak. Azıcık namuzsuz olacak tamam ama o namussuzluğu ancak ve ancak senin uğruna , değerleri ve onuru uğruna kullanacak...

Adam dediğin anlayacak içkiden yemekten... Balığın yanına rakıyı, şarabın yanına peyniri, viskinin yanına çikolatayı koyacak. Viskiyi sek, neskafeyi sütsüz, tekilayı tek içişte bitirecek. Sert olacak sert adam dediğin, sözünü sakınmayacak, koydu mu yumruğunu masaya, bileceksin ki susman gerek... Adam dediğin öküz olmayacak ama hiçbir treni de kaçırmayacak. Geç kalmayacak, zamanından öncede yola düşmeyecek, program delisi değil, tam karar gelecek.

Yemek masasında koltuğunu tutacak ama yılışmayacak salya sümük. Ağlayacak omzunda yeri gelecek ama sana abanmayacak. -sen yoksan ölürüm- acitasyonu yapmayacak. Arabesk dinlemeyecek, dinleyenden haz etmeyecek. Vurdulu kırdılı filmlere para verip gitmeyecek. At gözlüğü takıp gezmeyecek sağda solda... Kavun peynir yiyecek yemek olmadığında. Sushi'yi de deneyecek ama. Yeniliğe açık olacak her daim, yemem diye tutturmayacak.

Adam olacak adam... Odun gibi çıtır çıtır değil, kömür gibi için için yanacak içinde ve arkasını dönüp uyumayacak seksüel zevkleri bitince. Şefkat olacak adam dediğin anlıyor musun? Gönlünü almasını, sinirini çözmesini, seni memnun etmesini bilecek. Yan gözle şöyle bir süzmesiyle için eriyecek...

'Kırıldım, yamuldum, küstüm, konuşmam' demekle olmaz. Neyse sorun çözecek, ertelemeyecek. Bilecek hayatın kurtarılası anları olduğunu ve o anı bir daha geriye saramayacağını.

Matematik bilecek. Logaritma nedir, türev nasıl alınır, kare kökü filan… Kafadan çarpıp bölecek, ayın sonunu getirebilecek.

Kıllı olacak adam dediğin ama senin üstünde balık sırtı gibi kaygan. Oklava tutar gibi tutmayacak kollarını. Aşkı için dağları delecek, fizana gidecek, ama dönmesini de bilecek, kıçının üstüne oturup beklemesini de.

Adam dediğin iyi araba kullanacak kardeşim!. Direksiyon hakimiyeti , yön kabiliyeti 100'de 1500 olacak. Bastımı gaza saçların savrulacak, bir iki manevrayla parkediverecek arabayı, mel mel bakmayacak...

Bir salon beyefendisi olacak. Belinden kavrayıverecek uzun parmakları, dansa kaldırırken... Arada bir elini havalandırıp seni döndürecek, soluğuna soluğunu değdirecek, ne zaman duracağını da bilecek. Kendini göstere göstere afişe etmeyecek. 'tamam hoşum, akıllıyım, param var ama kadınıma da sadığım' dedirtecek...

Valla bence adam dediğin güzel öpecek başka yolu yok. -tarif edemiycem-. Mutfakta misal; aniden dibinde bitiverecek. Elinde domates filan ne varsa fırlatıp atacaksın lavaboya, masa arayacaksın masa, üzerinde yemek yapmak için değil ama....

İçki içecek kardeşim sigara da. Dünyevi zevkleri tadacak birkere. Hangi ortama ne gider bilecek. Oynamayacak öyle artist gibi, kıkırdamayacak kadın gibi, kocaman kahkahalar savuracak etrafa kendinden emin, nerede gülünür, nerede yas tutulur bilecek...

Bakışıyla kılcal damarların titreyecek, dokunuşuyla ter boşanacak etinden, korkuyla değil ama minnetle sokulacaksın koynuna. Adam dediğin ter kokacak ter. Teriyle ıslanacaksın, sırtında mı, göğsünde mi, kolunda mı bilmem, yatağa birlikte öyle dolanacaksın. Aşk olacak aşk adam dediğin tepeden tırnağa, aşk… Romantizmi sex on the beach'le kısıtlamayacak. Koyacak rakıyı balığın yanına kırdımı birde soğan yanına, şarkılar söyleyecek neşelisinden, kederlisinden yahut gidecek bir techno bara, ritmde boğulacak sallanırken. Yanında yabancı gibi değil, ben bu adamın ciğerini bilirim bakışlarıyla dolaşacaksın... yoksa ne?....


Çalışkan olacak çalışkan, tuttuğunu koparacak. İşçi olacak işçi, çalışmadan karizma satmayacak. Yeri gelecek limon satacak, utanmayacak. Taşı sıktı mı suyu çıkacak. Baba parası yemeyecek, babasına destek çıkacak. Annesini sevecek ama kadınına kuma getirmeyecek. Aile, akraba nedir?, bayram seyran kimler aranır sorulur, kimler küstürülmez, kimlerin elleri öpülür?...Bilecek... Büyüklüğünü, önündeki ceketin düğmesini ilikleyerek değil, önünde ceket iliklettirerek farkettirecek. Dobra olup kabalaşmayacak. Eleştirinin ince ayarını, bir terzi maharetiyle teğelleyecek. İnsanları kırmadan da hataların onarılabileceğini öğretebilecek. Öyle hemen yorulmayacak, sızmayacak ve hiç başı ağrımayacak. Dişleri, tırnakları, burnu ve saçları temiz olacak. Adam adam kokacak, parfümlü züppe değil.
Kudurmadan eğlenmeyi bilecek, kudurtmadan dize getirmeyi bildiği gibi.

Adam dediğin yazın buz gibi, kışın soba gibi olacak. Çok şişman, çok zayıf, çok uzun, çok kısa, çok yakışıklı, çok sıradan, çok titiz, çok mükemmeliyetçi, çok kaba, çok kıskanç, çok bayağı olmayacak. Normal ama aykırı olacak. Sıkmadan sıkıştıracak, baymadan bayıltacak, ezmeyecek ruhunu anlıyor musun? Sarsacak ama, sarsıntın depresyondan olmayacak...

Demem o ki; adam adam olacak, adam gibi adam dedikleri... Ama sen de hakikaten kadın olacaksın. Bütün bunları yaşatabilecek bir ruhu yetiştirebilecek bir koca yürek, bir koca ana. Ana olacaksın...
Bir adam büyütmek o kadar da kolay değilmiş diy mi? Ne o, hazıra mı konacaktın? Böyle analar olmasa, böyle adamlar nereden bulunur söyle, hadi söyle?

Sende analığını bileceksin, kadınlığını bildiğin kadar, otur oturduğun yerde!...

Sibel Bengü
18 Temmuz 2005/AÇIKGAZETE
http://www.acikgazete.com/?newsid=5544&category=149

10/18/2006

Ayna ayna güzel ayna... 'en güzel sensin' de bana!..

(At the Mirror/ 1827 Oil on canvas, 46 x 35 cm, Kunsthalle, Kiel)

Bir masalla başlar hayat, annemizin dudaklarında. Karlı kış akşamlarının büyüsü, yorgan altı sıcak gecelere uzanır ve ıslanır yastığımız gözyaşlarımızla... Hepimizin çocukluğuna; Kırmızı şapkalı bir kızın masumiyeti ve bir kurt olabilmenin kurnazlığı sinmiştir. Elbette tercihimiz daima Kırmızı şapkalı kız olma yönündedir. Aynada her sabah iyi yüzümüzü yıkamamız bu yüzden değil midir?

Beklentilerimiz nelerden oluşur birdenbire yaş 30 olunca? Annemizin kulağımıza fısıldadığı masallara bir bakalım. Sanki hiç avcı, sanki hiç babaanne yahut kurt olmayacakmışız gibi... Sahi hangi hayallerle büyürüz biz, nasıl geçer zaman, neyi biriktiririz, neyi atlarız? ya orta yaş sendromunda ‘hadi çabuk az kaldı’ paniklerinde kendini olmayacak maceralara atanlarımız?.. Son soluğunda, ‘hiç keşke demedim hayatım boyunca’ diyen kaç kişi tanıyorsunuz? Bunu büyük bir özgüvenle söyleyenlerin hayatına bir de onun gözünden bakabilseydik keşke, ‘keşke’ dediğimiz anlarda. Hayat; masum bir Kırmızı başlıklı kız ve Kurnaz kurt olma tercihini de beraberinde getirir oysa. Beklentilerimizi belirleyen sadece kendimiz miyiz hayat yolculuğunda? Öyleyse bu masallar, ninniler, kitaplar, filmler neyin nesi? Toplumun kuşatması altında hayatımızın ne kadarını kendimiz olarak yaşıyoruz? Ne kadarını erteleyip, ne kadarını sindiriyoruz? Çocukluğumuza duyduğumuz özlemin arkasında, hep o kırmızı başlıklı kız olma isteği yattığı ve büyüdüğümüzdeyse o kurnaz kurt da olabilmeyi içimize sindiremediğimiz için mi rahatsızız? Gerçekleri gözardı etmek mi huzursuz edici, yoksa zaman zaman o kurt kimliğine bürünebileceğimizi bilmek mi?

Ayna söyle bana, kimim ben? Neyi bekledim bunca zaman? Ayna söyle nasıl ben ‘ben’ oldum? Kırıldığımda, üzüldüğümde, çok ağladığımda mı, mutluluktan ağzım kulaklarıma vardığında mı? Yoksa yorgunluğumun tek sebebi kendimi ifade edebilmek için verdiğim mücadele mi? Kimse sormadı mı bana kimsin ve ne istersin diye? Ayna söyle hadi, bu masalın sonunda kim kazanıyor kim kaybediyor? Kurdun midesine giren babaanne miyim yoksa karın deşme işini yapacak kadar öfke dolu bir avcı mı? E haliyle hayatlarımızın baş kahramanı biziz biz olmasına da, hep aynı rolde kalacak değiliz herhalde!.. Var mı kendi masalının sonunu bilen bir babayiğit, çıksın söylesin bana?..

Peki, bırakalım kırmızı başlıklı kızı bir tarafa, bir de Sindirella olmayı deneyelim. Ya kötü kalpli Cadı da olursak masalın sonunda? Yahut ayakkabımızı düşürmekle başlayacak belki de yeni bir hayat. Kaybettiğimizi düşünerek geçireceğimiz her saat her saniye, kazançlarımızla karşılaşacağımız bir serüvenden ibaret olamaz mı?

Ayna söyle bana, dünümü saklamadan, bu günümü atlamadan, yarın varolarak nasıl yaşarım söyle? Büyümenin çok para kazanmak olmadığını, kürkümün yiyeceği ekmekle adam olunmadığını, sahip olduğum en güzel şeyin ne istediğimi tanımlayabilmekten geçtiğini söyle. Masalların içinde bir kötü kalpli cadı olma olasılığının da var olabileceğini, hayatın bize her zaman iyi şeyler sunmasının yanısıra aklımıza düşen kötülükleri nasıl ehlileştirip nasıl zararsız hale getireceğimizi, asabi günlerimin özürünün yazılı olduğu tabelayı nereye asabileceğimi, başkalarını affetmenin yolunun önce kendimi affetmekten geçtiğini söyle bana, tekrar tekrar söyle ki unuttuklarımı hatırlayabileyim.

Güzel ayna, seni yıllar önce almıştım Nişantaşı’ndan, bir büyücü filan bırakmamıştı avuçlarıma. Hiç sevmemiş, hiç gülmemiş, hiç acı çekmemiş gibi bakma bana. Bana tekrar sevmeyi öğret hatalarımla. Hadi ayna... Dün’ü şimdi yapmayı öğret.

Masalları, hikayeleri, siyah beyaz türk filmlerini, Tommiks, Teksasları, Pembe dizileri ve diğerlerini, annemin kulağıma söylediği ninnileri, babamın ‘Rüzgargülü’ hikayesini, kırmızı pabuçlarımı ve mavi topumu unutmadan, ama unutarak hayal kırıklıklarını, kaybedilmiş zamanları, saklanmadan, duygularımla oynanmadan varolmayı, varolurken kendimi görmeyi göster bana.

Zaman çok hızlı akıyor Ayna. De ki bana; Çocukluğun kazanılmış en büyük zaferdir ve masallar ve hikayeler ve ninnilerle zenginleşmiştir... Kristal bir ayakkabı düşürmen gerekmiyor yeniden başlamak için ama kaybetmekte yeniden başlamak için iyi bir neden. Kırılmadan, yorulmadan, değişimin sadece ziyanla olmadığını gör diye. Ve biliyormusun de, işte o zaman, göreceksin herkesi, herşeyi, sabrı, inancı, anneni, babanı, büyük büyük babanın hatalarını, oğlunda kendi çocukluğunun haylazlığını.
Hadi ayna... Göster bana sivrilen noktalarımı... Seveyim kendimi yeni baştan. Şimdiyi şimdi, dünü dün, yarını yarın yapmak için;
de ayna, 'en güzel sensin' de... inan bu bile yeter...
hadi...


Sibel Bengü
BAZ MAGAZİN

10/16/2006

Kırmızı başlıklı kızın nesi var?..

(Yi Girl with Red Headdress II / Zhang Li-O/C, 80 x 65 cm, 2003)

Her masalda aşk vardır görmek isteyene, bu 'Kırmızı Başlıklı Kız' masalı olsa bile.

Hiçbirşey bir aşığı hain ve kurnazca pusu kurmuş bir kurt olmaktan alıkoyamaz. Biliyormusunuz hiç bir aşık, masum ve sıradan görünmeyi başaramaz. Sinsidir aşk, çarçabuk yutmaya hazır bir lokma gibi avını bekler. Diğer taraftan bizi aşka hazırlayan bir hayat vardır, elmalı turta sepetiyle sevgili babaannemize yollayan, ormanın hayatla örtüşen o karanlık ama cezbedici havasının içine yapayalnız bırakan... Şen şarkılarımızı mırıldanırken patikalarda, ağaçların, çalıların, çukur ve tümseklerin arkasına gizlenmiş, birşeyler olduğunu biliriz ... biraz ürpererek, biraz tedirginlikle ilerleriz...İçimizdeki ses, korkuyorum der , dışımızdakiyse kim korkar hain kurttan...

Birden bire bir boşluk anında çıkıverir karşımıza, o her nereye saklandığı belli olmayan aşk, kurt kimliğinde belki de. Ve ne büyük teslimiyettir ki o, sizden önce midesinde vıcık vıcık kaynayan diğerlerinin yanına gitme pahasına, kurt‘a teselli verme ihtiyacıyla içiniz kaynar... Aşkın tek açıklanabilir yanı, bu saflığı körlük mertebesine taşımasıdır. Sizi bekleyen orman size açtığı kucak kadar öldürmeye de hazırdır.

Kör göze batırılan çomak gibi acıtır aşk. Mutluluk olsa bile sonunda, kazanmak kadar kaybetmek de vardır bu yolda. Masallarda iyiler yaşar, kötüler hep ölür ya, her nasılsa hayatda, kendimizi bile bile attığımız ateşlerde acısa da etimiz, bedenimizi bu aşk pahasına öldürebiliriz.

İçimizdedir masal, ister kabul edelim ister etmeyelim. Bazen tavernada, bazen tren garında, bazen bir topluluk yahut yalnızlık anında. Daima bir kurt ve daima bir kırmızı başlıklı kız olma durumu vardır hayatta. Kimi yer, kimi yutulur, ister ormanda, ister kulübede, ister yatakta...

Ben kırmızı başlıklı kızın yerinde olsaydım eğer, kurda bir pusu kurardım ancak öldürtmezdim onu avcıya. Korkulardan kaçmanın yolu, onu öldürmekten değil onunla mücadele etmekten geçer çünkü. Kaç kişi ben kurdum der gözünüze baka baka ve mide fesatına rağmen daha fazlasını ister? Yahut kaç kişi gözünün içinden fışkıra fışkıra yalan, ben senin babaannenim yavrum deyip sizi yemeği dener? Nasıl bir cesarettir ki bu? Bence sırf bu cesaret bile kurtarılmaya değer. Ve kaç kırmızı başlıklı kız, intikamını midesini deştiği kurttan alacak kadar kendini sever?..

Ben öldürtmezdim kurdu. Çıkarıp alırdım babaannemi midesinden ama öldürtmezdim. Eğer bir kurt varsa hayatınızın bir yerinde ve siz herşeyin farkındaysanız, siz de öldürtmezdiniz, yaşamasına izin verirdiniz. Kendinizi kurttan daha fazla sevmediğiniz için, ölme pahasına onun midesine girmeyi göze aldığınız için, bir güzel söz uğruna, yalana göz yumacak kadar çok sevdiğiniz için, bu cesareti onda görebildiğiniz için, aşk olduğunuz için...

Masalların böyle dirlik içinde bitmesine şaşıyorum. Şüphesiz kırmızı başlıklı kız olmadığım için... Aşkım için yutulmaya hazır olduğum ve geri dönmeyeceğim için, öleceğimi bile bile... kurdu öldürmezdim.

Ve kurt olsaydım diğer taraftan, çünkü hayat, kurt olma talihsizliğini de verebilir size zaman zaman, yerdim kırmızı başlıklı kızı ne yalan söyleyeyim. İster sövün, ister dövün! Ben cesaretime kimseyi bulaştırmam.

Masalın sonunda her ne kadar üç elma düşse de..., masalların içindeki kahramanlıklarıyla aynı değildir gerçek hayatta insanlar. Çünkü bir ders çıkarasınız diye anlatılır size masallar. Hiç sönmeyen ve hiç bitmeyen bir yıldız gibi parlamak sabır, hiç unutulmayacak masalların kahramanı olmak yürek ister. Ama ne acı ki herkes, kolunu kıpırdatmadan, kahraman olmak ister. Tüm aptal görüntüsüne rağmen ne kırmızı başlıklı kız o kadar saftır ölümüne, ne kurnaz kurtun bakışları, duygularını kusamayacak kadar katildir öldüresiye. İki kişi vardır aslolan. Kırmızı başlıklı kız ve kurt, akarlar geceye...

Kız kurdun karnında ölmeyi, kurt kızı iştahla yemeyi göze aldığı taktirde, bu masalı dinleyene de 'vah vah' demek değil, 'afiyet olsun' demek düşer. Avcı da kurdun karnını deşmek yerine, çekip gider!

Sibel Bengü/BAZ MAGAZİN

10/13/2006

Yeni Hayat...

Dün kalbim yerinden oynadı, dün Orhan Pamuk Nobel-edebiyat ödülünü aldı. Dün Türkiye, dün türkçe ödül aldı. Bir takım politik yaklaşımlarla bu heyecanlı başarıyı gölgeleyenler ya hiç Orhan Pamuk okumadılar, yahut okuyup anlamadılar...
Bana Orhan Pamuk'u sevdiren kitap 'Yeni Hayat'dır ve bu kitap tıpkı roman kahramanı gibi benim için de yeni bir hayatın keşfine isabet eder... Romanın ilk satırları şöyle başlar...BİR GÜN BİR KİTAP OKUDUM VE BÜTÜN HAYATIM DEĞİŞTİ... Daha ilk satırlarda lirik dilin olağanüstülüğüne ve coşkusuna kapılıp öyle sürüklendim ki, bu kitap roman kahramanıyla beraber yaptığımız bir yolculuğa dönüştü. Benim gibi bir çoklarının hayatına farkındalık katmış diğer yapıtlarını da büyük bir heyecanla okudum... Gurur duyulacak bir ödül, haklı bir ödül, türk dilinin zenginliğine verilmiş bir ödül. Ama zaten Orhan Pamuk o ödülü benim için çoktaaaan almıştı... En sevdiğim kitabının beni vuran ve elimden bırakamamama neden olan (ve diğer kitaplarını okumama sebep) önsözüyle tekrar anıyorum...

'Resimli romanlardan, dizi filmlerden ve hızla geçen otobüslerin, trenlerin hızından çıkma benim hikayemde melek sözüyle her karşılaştığında, çok görmüş bir akılcılıkla gülümseyen, kendinden emin, şüpheci okur! Belki de benim tutkuma, öfkeme ve hikayeme kendini bütünüyle vermediğin için, şimdi bana hızla yaklaşmakta olan o an, bir gün sanki sana hiç yaklaşmayacakmış gibi, güvenle kitabı elinde tutuyorsun, ama benim gördüklerimi senin de bir gün görebileceğini aklından hiç çıkarma ve sakın kendini ölümsüz sanma. Kitaplar, mükemmel kitaplar, ölümsüzlerin işidir. Ben ve kahramanım ise fazla kusurlu, fazla eksikli olduğumuzu bildiğimiz için zaten ölümlüyüz... YENİ HAYAT/1994

Usta karikatürist, biricik DONQUICHOTTE, International sanatçı, Grafiğin prensi... Değerli arkadaş ERDOĞAN KARAYEL'in yorumuyla ORHAN PAMUK...

10/12/2006

Aklından geçen...


Birdenbire bir lodos anı gibi karmakarışık oluyor kafan. Başından mı boynundan mı bilmem bir şey esip geçiyor... Sen havalara yoruyorsun oysa ben biliyorum aklından geçeni. Lodostan çok öte bir şey...

‘Kahvenin suyunu koydum, unutma’ diyorum, duymuyorsun... Bana gökyüzünün renginden, benim için çamur, senin için yağmur olan sokak taşlarından , delice ıslanmalardan, sokak kedilerinden, kapılardan, pencerelerden, terör’den filan bahsediyorsun. Sırf geçici ve sıradan serüvenlerin kahramanı olmanı istemediğimden, ‘bir sevgilin mi var ‘ diyorum içim ezilerek… Çünkü bilirim çokca acı çekmektir yeni bir sevgili edinmek. Bana İstanbul’u anlatıyorsun sanki daha önce İstanbul yokmuş gibi. İstanbul’daki bulutların kızgınlığını ve pencerene düşürdüğü manzarayı... Bolca gurur, kuşku ve onur biriktiriyorsun. Sorduğumda –hiç- diyorsun, -havalardan- oysa ben biliyorum aklından geçeni.

Yağmurlar, fırtınalar ve çamur sıçratan tekerlerin bıraktığı izler gibi geçiyor zaman, silkeleniyorsun kıştan, pencerene bahar düşüyor. Haylaz kediler savruluyor oradan oraya sıcağı hissedince, bir kuytu barınak aramıyorlar artık senin gibi. Lodos eskisi gibi keskin esmiyor, meltem mi desek artık buna sam yeli mi, bilmem sen neye yoruyorsun?.. Ne de olsa yine karmakarışık kafan...

Kahve telvelerinde onun silüeti, fal niyetine tuttuğun şarkılarda onun niyeti. Artık senin ne düşündüğün değil O‘nun ne düşündüğü önemli. Dilindeki şarkılar onu söylüyor, aldığın kazak onun seveceği türden, kalbin yerinden oynuyor tam kazağının altında, saklıyorsun görünmesin diye.
Bilmiyorsun ki bu lodos anı, aşktan sakınmanın bir başka adı.

İstanbul baharlanıyor... Sen; açıklanamaz olmayı İstanbul’un üzerine atıyorsun, sen; korkularını lodoslu havaların üzerine atıyorsun, sen; mavi rengin cazibesini O‘nun gömleğine atıyorsun.
Aldırmıyorsun, suçlamıyorsun, sadece karmakarışık olmayı sevdiğin için, susuyorsun. Çünkü tüylü kazağının altındaki şey, aşka benzer birşeyler istiyor. Aptallığını seviyorsun. Yok diyorsun bu aya kalmaz geçeeeer gider...

Aylar geçiyor, O geçmiyor. Görmedikçe yüzünü daha da büyüyor... Ellerine düşüyor, gözlerine düşüyor, pencerene düşüyor. Hasta mısın diyorlar suskunluğunu görenler, yorgunum biraz diyorsun,
Sebebini bildiğin ama bir türlü kabullenemediğin bir şeyler oluyor...
Oysa ben biliyorum aklından geçeni!.. Lodostan çok öte bir şey...

Sibel Bengü

Kadınlar Ne İster?

Kadınlar istemez, kadınlar bekler. Merhaba bekler, telefon bekler, ilgi, şefkat, sevgi, ayrıcalık filan ve illaki aşk bekler... Tabi prens mirens bekleme hikayesine hiç girmiyorum, artık kurbağalar da harbiden kurbağa.. Prense dönüştürecek herhangi bir sihirli öpücüğün olmadığını bütün masum kızlarımız anlamış bulunuyor. Oldukça hazin.

Onların garip cinsler olduğunu düşünmenize sebep,, onların ne istediklerini bilememeniz, bilmek istemeyişiniz ve sizin neyi verebileceğinizi tam olarak kestirememenizdir. Yani bu durumda kararlılık önemlidir. Tabii biraz müneccimlik yönünüzde gelişmiş olsa iyi olur, ne de olsa kadın kısmının güzel sözler duymak üzerine programlanmış kapasitesi yüksek bir harddiski var .. O kadar zor bişey değil, yani karşınızdaki kadın ne kadar medeni, entellektüel, eğitimli, hoşgörülü ve diğer tüm olumlu özelliklere sahip olursa olsun, nihayetinde kadındır ve kadınlar sevilmeyi sever. Eğer işin içinde aşk yoksa, bir kadın sizi tek kalem de siler, silemiyorsa bir acıma duygusu gelişmiştir ki, o da perişan bir durumdur, zaman içinde beyninizi didikler.

Kadın şımartılmaya yakın bir duruş sergiler. Bunun farkına erken yaşlarda varan bazı beyler, çok uzun yıllar boyunlarında ‘çapkındır’ levhasıyla dolaştılar. Çapkınlık son derece efor gerektiren bir meziyettir ve sadece bu çaba bütün kadınlar tarafından ilk etap da takdire değerdir. Ancak zamanla kabak tadı verir, çünkü bir kadın çapkın adama tutulsa da bu tutulma güneş tutulması gibi kısa sürelidir ve çıplak gözle görülemeyecek kadar uzak olanlar, tarih olmaya mahkumdurlar. Çapkın adam nedir konusu, diğer bir yazı konusu olarak alınmaya değer, burada harcamayalım.

Eğer küçük bir buzağı olarak yetiştiyseniz sonrasında at gibi soylu bir aşık, koyun gibi itaatkar bir eş, yahut kartal gibi heybetli bir şeylerle kendinizi kamufle etmeniz mümkün billah değil. Yani sonradan olma bir leopar tavrı sergilemek de bir kısım hanımı ancak bir süreliğine oyalıyor . Ve akıllı kadınlar bunu yemiyor (leopar burada cool olma yı imgeliyor!..) ki cool olmakla öküzlük birbirinden çok ince bir çizgiyle ayrılıyor. Bunu en acilinden ayırd edebilen kadının önünde saygıyla eğiliyorum..

Duygu fırtınaları filan estirmek sadece tutkunuzun dalga boyutuyla alakalı… Zaten aşıksanız öküzlük kendi kendini imha ediyor...Artık siz duruş pozisyonunuza göre neyseniz, aşık olduğunuz da tam tersi olmaya eğilimlisiniz. Gelin de bunu karşı cinse anlatın kolaysa. Bu esnada kibarlık çok önemli Ama asıl önemli konu adap dediğimiz şey...maalesef kibarlık gibi sonradan öğrenilemiyor... Farkettiğinizde tren çoktaaaan kaçmış olabiliyor. Siz siz olun neyseniz o olun, eğer öküzlük meselesini kabullenecek kadirşinaslığa sahipseniz, ki bu samimi itiraf kişisel gelişiminiz için son derece olumlu , akıllı bir inek muhakkak buluyorsunuz... Sakın ola da sizi bağrına basacak bu ineği reddetmeyin. O sizi gerçekten seviyor.
Zaten uzun süreli ilişkilerde de, ayrılamayan erkeklerin ve kadınların tek bahanesi, yanlarında bir ineği barındırmanın huzuru ve bir öküze katlanmanın merhameti..

ancaaaaaaaaak;
unutmayın sakın, ne her inek her ot’la yetinir, ne de her öküz her ineğin sadece etinden sütünden etkilenir.

Kadın ne ister? Kadın istemez kadın bekler. Erkeğin avcı, kadının av olduğu şu hayat dediğimiz kocaman tarlada ve avlanma yasağının olduğu alanlarda adrenalin dört nala gezer. Bu sebepten bazıları ulaşılmazlığı aşk zanneder. Pekiii avını yakaladığı andan itibaren, avcı nereye çekip gider?

Erkek koşacak... efor şart, oturduğunuz yerden kazanılmıyor zaferler, kızmak yok... öyle ... ‘Ben bu işin sırrını çözemedim’ diyen bir erkeğin bir kadınla uzun vadede olamama sebebi, çoğunlukla kendi yazdığı senaryo da başrolü kendine verme cesaretini gösterememesi. Dikkat edin kendi korkaklıklarına söz geçiremeyenlerdir genellikle öküz damgası yiyenler, çünkü hayat bir trendir geçip gider , öküzler de konuşmaz, sadece gider...

Ya kadınlar ? Kadınlar bekler...
Ha bu arada sözüm meclisten dışarı, tanıdığım erkekleri tenzii ederim ve tabii kadınları da…. Diğerleri bana yazsın, hesaplaşalım, bende insanım hata yaparım.

Medeniyeti ve öz güveni yüksek kadın ve erkek milletini de kutlarım. Ne çarçabuk yenilip yutulmaya hazır bir av oldukları için ne de silah milah tüm takım taklavatla avlama münasebetine giriştikleri için .. Yani doğa kanunlarına da baş kaldırmak her baba yiğidin harcı değildir doğrusu...

Kadınlar ne ister? bence kadınlar bekler... budur... zaten beklesin de... İlla bir galip ve bir mağlup olma durumu vardır aşk da... İster öküz olun ister inek, zaman zaman birbirinizin rollerini çalsanızda...

*Buradaki hayvan isimlerine takılmayalım. Misal ;Çin felsefesinde bu çok yaygın bir anlatım dilidir ve evet yasaldır? Benim de bir esinlenme mevzuum olmuş olabilir...Yılan burcu, maymun burcu oluyor, öküz, inek filan da vardır dediğim bir anıma denk geldi... Yoksa örümcek, sinek, sümüklüböcek gibi hayvanlarda var ama onlara girmek hiç istemiyorum.

peki ya erkekler ne ister?

Güzellik şart... başka? Gömlekleri ütülensin mi ister, yemeği önüne konsun mu? Çoculuğuna çombalağına iyi bakılsın mı? Gözü arkada kalmadan çapkınlık yapılsın mı? Suya sabuna dokunmadan evin düzeni bozulmadan aleme akılsın mı?

Güzel mi olacaksın, marifetli mi olacaksın, zevkli mi olacaksın ne? Hiç konuşmayacak mısın, dırdır ediyo damgası yememek için, hiç söylenmeyecek misin kıskanç etiketi yapıştırılmaması için ? Hiç peşine düşmeyecek misin, nerededir ne yapar diye? Böyle extra large bir seyrüsefer mi yapacaksın birliktelik boyunca?

Sıcak bir söz müdür baştan çıkaran, bir afilli duruşmudur karşıdan? Hangisi karşısında yıkılmaz, hangisi karşısında yenilmez zaferler vardır bilmem?

Bazen sarışın, bazen kumral mı olmaktır maharet? Bazen şımarık bazen çocuk olmak mıdır? Cicim, kuşum, böceğim de midir sihir, bu gün git sakın gelmede midir ? Bağrına basmak mıdır, kapında süründürmek midir asılı tutan? Yok mudur bunun matematiksel bir förmülü? Lütfen üzmeyin artık bekar city kızlarını beyler...



Peki ya erkekler?

Ne olursan ol, eğer erkeğin gözündeki ışık olamıyorsan, bunların hepsi vız gelir tırıs gider. Sonra gelir zevkler, maharetler, meziyetler... entel dantel muhabbetler...

Kimisi öncelikle güzellik der, kimisi de önce....

Valla ilk sırada güzellikden başka birşey isteyen ruhani birini göremedim daha...

Sibel Bengü

10/10/2006

AŞK VAR MI AŞK, SEN ONDAN HABER VER?

Boşver be yaşı başı!
Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver?..
Şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver?
Koyma bir kenara yüreğini, aç kapılarını.
Gelene geçene yol verme girsin diye içeri
ama gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna .
Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,
aklını kaybedecek kadar bir aşk varsa avuçlarında,
bırak aksın yollarına.
Yağ geç, yık geç, kimse inanmazsa inanmasın.
Sen inan yüreğine...
Hem ona geçmezse kime geçer sözün?..
büyü büyü...
bak ellerin ayakların kocaman,
aklında maaşallah yerinde,
e ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.
Akıllı ol,
yüreğin gelir peşinden...
Boşver yaşı başı...
Aşk var mı aşk,
sen ondan haber ver?

Takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.
O çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün.
Atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir kış günü.
öl gitsin...
Parayı pulu savurup,
bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır istediğin,
savrul gitsin...
Boş ver be yaşı başı,
kim tutar seni kim?
Kendi yüreğinden başka kim?.
Aklını al da öyle git,
ister yollara, ister odalara, ister kırlara bayırlara vur da git.
Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle, bırakmadıkça birine.
O biri de gelir gerçekten istedigin oysa,
seveceksen ve öleceksen uğruna...
yaşa be, yaşa da öyle git, gireceksen toprağa...

yaş 70’e gelse bile, hayat daha bitmemiş, sen mi biteceksin?
çekeceksen bile bayrağı ,
‘yaşadım ulan dibine kadar’ diyemeyecek misin?

Sibel Bengü


YAZARIN NOTU: Kaderde kendi yazimin bizzati açıklamasını yapmak da varmış:) Bir kaç okurumun, bu yazinin bana ait oldugunu anlamakda güclük cektiklerini görüyorum. Daha dogrusu, mail ortaminda cokca dolasan bu siirim birileri tarafindan, hangi akla hizmetse bazen isimsiz bazen de Can Yücel ismiyle dolaşıyor. Can Yücel gibi büyük bir sairi anımsatmak gururumu oksamadi degil, siir de oldukca ünlü olmus görünüyor ama su durumda yanlis anlamalara mahal vermemek adina, bu siir BAZMAGAZİN dergisinde ve AÇIKGAZETE'de (Subject: Aşk var mı aşk? Sen ondan haber ver!
http://www.acikgazete.com/?newsid=4721
Messge: ) ismimle yayınlanmıştır. Mail ortamında üşenmeyip pps dökümanı haline getirenlerin, altından ismimi silip Can Yücel ismiyle yaygınlaştıranlarına pes diyorum ve sevgili okurlarıma bunu açıklamayi bir borç biliyorum. Altinda ismim olan her yazı bana aittir.
Sevgiler,
Sibel Bengü...

12/20/2006

AY bilmecesi...

Sen; sapsarı bir sonbaharın içinde, bir ‘Ağustos şiiri’ydin o gece...

Gözlerinin arkasında olup bitenleri görüyorum dediğinde, şaşırmıştım... Sahi görüyor muydun bu sonbahar yalnızlığını? Ya aklımdan geçen ‘Ağustos şiiri’ni ? Uymuyordu mevsimler ruh takvimime... Onu da görüyor muydun sahiden? Yukarıda bir mehtap vardı... yani sen öyle söylemiştin. Mehtap olsa yakamoz olur demiştim... öyleyse ‘sevtap’ olsun demiştin. gülmüştük... Sen yanıma oturmuştun, aslında bütün hikaye buydu...

Soğuk muydu? Bilmem...Üşümüyordum. Kahve elimde sıcak, sen içimde buruktun. Serin bir sonbahar sabahının içine akan, 'Ağustos şiiri’ gibiydin. 'Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek' diyordu Hasan Hüseyin, 'ölümden ötesini aklım almıyor' diyordu ama yine de yüreği sızlayarak ve beterin beteri var diyerek, kederli bir son hazırlıyordu bu gidişe. Bilirsin şiirler okunsun diye yazılmaz, bir iç yarasının döküntüsüdür şiir, bir yüreğin en masum sesidir şiir. İşte bir şiir yüreğinin nar'ı-na dokunmuşsa bir kez, bu seninde meselendir bundan böyle. Dudaklarını durdurduğun ilk yerde, peşinden gelecektir istemesende... ve gelgelelim hayat... Hayat kurgudur be cancağazım şiir gibi değildir. Yaşanmamış da yaşanmış gibi yapılandır, biraz sahtetir yani anlayacağın... İsimler, mekanlar, isim benzetmeleri filan... Dokunamazsın çünkü dokunacak kadar yakın yoktur kimse... Ama sen...sen bir ‘Ağustos şiiri’nin içinde sapsarı bir sonbahardın o gece.

Ne kadar yakınlaşırsan bir insana o kadar görmez olur ya gözlerin, ne kadar düşünürsen, o kadar düş olur hani özlediğin. Hani uçan atlar ve dev aynaları dolaşır etrafında, oradan denizin köpüğüne karışır kelimeler, yok olur yokluğun, sen yok olursun hani... kaybolursun... bilir miydin? bilirdin... çünkü sen düşüncem gibiydin...

Ah beterin beteri vardı doğru... Mesela bir ay vardı o gece. Yalan değil... Ne mehtaplar görmüştüm denizi aydınlatan, apaçık ve dokunacak kadar yakın... Ama hiç biri bu puslu, bu yarım, bu incecik hilalin kısık ışığı kadar aydınlık gelmemişti bana.

Delicesine gitmek fikri yüzyılın moda şarkısıydı. O yüzden ağzıma takılmıştı. Yoksa gitmek nereye gitmek olacaktı ?... Bir kaç kadeh içki ve bir kaç sokak ötesi belki... bu deniz, bu ay, bu sonbahar, sen var oldukça, elbette ağzımdaki şarkının ismi 'gitmek' olacaktı... Bilirsin ekmeğine bir parmak bal çalınmış çocukların sevincini, İşte öyle bir şeydi yanından şımarıkça kaçmak isteği..

Yukarıda bir mehtap vardı. Yani sen öyle söylemiştin. bu mehtap değil demiştim, ‘öyleyse sevtap olsun’ demiştin... gülmüştük... Bir sonbaharın içine o an çizildin sen... Bakmadan gördüğüm cennet sokakları gibiydi gözlerin...

Önce inanmamıştım sana... sonra... sonra inandım. Hasan Hüseyin ne diye yazmışsa ‘Ağustos şiiri’ni, ben de öyle yazmışıtm bu ‘ay’ bilmecesini... bu tuhaf, bu mevsimsiz sonbahar güncesini... Aslına bakarsan... Sen yanıma oturmuştun ve bütün hikaye buydu...

Bundan böyle ne zaman puslu bir ayın gölgesinde 'bak mehtap var' diyecek olsa biri, ben seni hatırlayacaktım... Hayır diyecektim. Gülecektim. O ‘mehtap’ değil... O ‘sevtap’... İsmini vermeyecektim. O ‘sensin’ demeyecektim. Yine uymayacaktı ruh tahvimime hiç bir mevsim. Gözlerimin arkasında olup biteni görmeyecektin o vakit. Sımsıkı tutunacaktın aklıma ama... sen onu da bilmeyecektin. Yine kar yağacaktı, yine yağmur, yine güneş açacaktı, yine ay doğacaktı senden sonra... sonra unutacaktım... ama ‘Ağustos şiiri'...ve o malum ‘ay'... ve güzel ismin... hep seni hatırlatacaktı bana...

Oysa sadece yanıma oturmuştun ve bütün hikaye buydu ...



sibelbengu@yahoo.com
Subject: AY bilmecesi...
http://www.acikgazete.com/?newsid=13302
Messge:

10/26/2006

Ne olmazsa olmasın, içinde sen varsın...

Belki garip gelecek ama, İstanbul’da ilk defa bu çamur deryası, trafik karmaşası, şemsiye furyası ve su sıçratan arabalar canımı sıkmadı... İlk defa...

İlk defa bir sahil kasabasında inceden yağan yağmurun tenteden toprağa süzülüşünü görmek istemedim. Vazgeçilemeyecek bir zaman da yaşadığımdan değil, tam tersine vazgeçilebilecek bir anı yakaladığımdan... Evet herşeyden ama herşeyden vazgeçebilmenin aslında ne kadar da kolay olduğunu anladığımdan. Öyle şiddetli bir su boşalması ki bu; defolup gitmelerin, terkedişlerin, köpek gibi rezilce sevmelerin, hınca hınç sevişmelerin zamanı. Ne durdurur seni! Savrul göklere, yağ, yık, geçip git sonra hiç birşey olmamış gibi, durul bulutlarda. Kim tutar ki seni kim?. Sen küçük masum bir su damlasısın nasılsa. Bu kadar işte! Şu küçük masum su damlasının açtığı işlere bakın diyecekler en sonunda.

Hep küçük şeyler diyor Bülent Ortaçgil. Hep küçük şeyler; büyük fırtınaların, büyük kopuşların, büyük aldanışların, ihanetlerin ve daha nelerin başlangıcı değil mi?. Ben o miniminnacık su damlası gibi, o fırtınanın patladığı aydınlık anı gibi, asi bir rüzgarın içinde yırtıp geçmek istiyorum gökyüzünü. Ve öyle inmek istiyorum İstanbul'a... öyle yağmak istiyorum İstanbul sokaklarına... Hisar’a, Maslak’a, Eyüp’e, Koşuyolu’na. Yağıp geçmek istiyorum. Ben böyle havaları seviyorum İstanbul’da. O korkunç gümbürtülerle başlayan sabahların, derin bir sezsizliği getiren akşamları olacağı için belki. Böyle bir sessizliği ancak ve ancak büyük bir savruluşla kazanabileceğim için belki. Tıpkı ben de öyle suskun bekleyişlerin içinde bir gürleyip bir yok olmak istediğim için belki.

Ben İstanbul’u seviyorum. İstanbul’un bataklık çamurlarını bile seviyorum. Taksilerin, minibüslerin, otobüslerin fren, korna ve küfür seslerine aldırmadan. Kolum, bacağım, göğsüm, kafam ağrımadan, çıldırmak için en uygun zaman... şimdiki zaman. Gitmek için, gelmek için, yağmak, dökülmek için, kaybolmak için, ölmek için, bir doğal afetin kollarına sığınıp korkaklıklarımı kusmak için en uygun zaman...şimdiki zaman... Güneşin açmasını beklersem yine o yokmuş gibi davrandığım duygularımı öldürmeyi başaramayacağım için. Bir kuyudan, bir köprüden, bir sağanaktan ve en önemlisi senden uzaklaşabilmeyi,
bir güneşli bahar gününde başaramayacağım için. Böyle havaları seviyorum İstanbul’da.

Bir kurşun darbesiyle beyninden vurulmak gibi, tek hamlelik ve geri dönüşsüz olmalı bu gitmeler. Gittin mi bitmelisin yani. Bedenin düşmeli su dolu caddelerin kıyısına sessizce. Sen kopan birşeylerin farkında olarak yavaşça yere yığılıvermelisin. Görenler bir aşk cinneti demeliler. Ölürken bile gülebilmelisin. Ah İstanbul beni ne hallere koydun diye... O yokuş sokağın kaldırım taşında, yüzünden boynuna akan incecik kanın karışıp gittiği sele aldırmaksızın, bir kere de ölmelisin.

Tamam....İtiraf ediyorum ben kızdım da bu karabasan gibi İstanbul’a düşen asabi yağmura. Üzdü beni kabul. Kendimi patlamaya hazır bir fırtına anı gibi gördüğümden mi, fırtına sonrası dinginliği özlediğimden mi, yoksa kaçışlarımın nedenini o fırtına anının üstüne atıp rahatlayacağımı düşündüğümden mi bilmem. İlla ki kaçtığım illaki kurtulamadığım o küçücük su damlasının bile yaptığını yapamadığım, yağıp geçemediğim, yıkayıp geçemediğim, kalbimi katıp önüme götüremediğim için mi bilmem. ‘özledim’ demek yerine, oturup bu rezilce yağmur kabusunu yazdığım için mi bilmem!...neye kızdım?

Gelgör ki... ben yine de seviyorum İstanbul’u bu havalarda. Çünkü ne olmazsa olmasın, içinde sen varsın...

28 Eylül 2006-AÇIKGAZETE
http://www.acikgazete.com/?newsid=11925&category=164
sibelbengu@yahoo.com

Kadın dediğin...


Kadın dediğin güzel olacak arkadaş. Şöyle savurdu mu eteğini, ruhun rüzgarına kayacak. Bacakların, ayakların, bilekten bağlı ayakkabıya tutunan parmakların seyrine doyamayacaksın.

Bakımlı olacak kadın dediğin. Saçları ipek , topukları pembe, boynu ince, salındı mı kuğu gibi zarif olacak ve zarifliğinin ortasında bir hanımefendi barındıracak. Güzel olacak ama kaşı, gözü, bacağı, iki meme ucundan önce, sözü doğru, ruhu aydınlık olacak, güzelliği komple olacak. Korkmayacaksın gecenin bir vakti sol cenapta yüzünü gördüğünde. Yeni bir kabus gibi yaşamayacaksın gerçeği de. Güzel olacak ama, aklını evde tutacak kadar da akıllı.... Seni elinin tersiyle değil, avucunun içiyle kavrayacak... Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz beni böyle. Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek küçük kurtçuklarla. Sıradan ve kabullenir yaşamanın ne demek olduğunu sindirmiş olacak içine.

Asla şatafat düşkünü olmayacak. Doğum günlerinde bir sıcacık öpücüğün yerini, tek taş bir De Beears’ın alamayacağını algılayacak kadar doygun olacak. Hatırlaman yetecek özel günleri, pahalı bir hediyeyle savuşturmadan. Sadeliğin içinde farkedilir olabilmeyi, gösterişli kıyafetle bir tutmayacak. Duruşu, oturuşu, yürüyüşü abartılı değil, basit hiç değil, sadelikten oluşacak. Kendini süs bebeği gibi ortaya atıp, fingirdeşmeyecek başkalarıyla. Ekonomiden, politikadan, milli maçlardan ve kültürel olaylardan haberi olacak. Bizi kim yönetir, nasıl yönetir, demokrasi, monarşi, oligarşi nedir bilecek, saf hatun numarasıyla cahilliğini güzelliğiyle örtmeye yeltenmeyecek. Gezip, eğlenmesini bildiği kadar, pazar parasını kozmetiğe yatırmaması gerektiğini, domatesin, ekmeğin, soğanın, kıymanın kaç para olduğunu bilecek. Cak cak telefonda konuşup, niye böyle fatura geldi hayret tribine girmeyecek. Eşini dostunu kollayacak ama içi vıcık vıcık dedikodu yumağının içinde kaybolmayacak.

Marka düşkünü, moda düşkünü olmayacak kesinlikle...Takip edecek ancak yakışanı seçecek. Sökük, paça boyu, fermuar dikmeyi bilecek, herseferinde terzi aranmayacak pırnık pırnık. Elinden her iş gelecek. Marifetlerini sadece seni elde ederken değil, seni elde tutarken de gösterecek ve tüm bunlar içinden gelecek içinden, göstermelik olmayacak.

Adamın siniri bozmayacak, tepesini attırmayacak, cinleri başına toplamayacak, körolası dilini gerektiğinde yutacak... Çarşı pazar görmesini, sana don kilot almasını, gömlek ayakkabı numaranı bilecek... ve zevki seni giydirecek kadar yerinde olacak, kendisini giydirmeyi bildiği gibi.

Orada burada dedikodu yapmayacak, laf taşımayacak, ayıkla pirincin taşını durumlarına sokmayacak. Ortalık yerde kahkahalarıyla sebepsiz çınlamayacak. Dekoltenin dozunu kaçırmayacak ama sıkı sıkıya da kendini ambalajlamayacak. Açık saçık olan elbisesi değil, sana olan ilgisi olacak ve bunu gösterebilecek medeniyeti...

Onu bir kediyi sever gibi seveceksin yanıbaşında ve huzurla... Öyle ‘çağırdım, gelmedin, geç kaldın, aramadın, sormadın, kiminleydin, hesap ver’ yapmayacak. Sana yüreğiyle güvenecek, inançlarıyla sokulacak. Bilmem kimin sözüne aldırmayacak, asla arkadaşlarının arkasından konuşmayacak, hele küfür hiç etmeyecek. Sınırını zorlamayacak , salya sümük ağlamayacak, kıytırık nedenlerden hır gür çıkarmayacak. Sözü dinlenir, anlaşılır olacak. Bir hatayı allayıp pullayıp abartmayacak.

Gömleklerini o ütüleyecek ve o gömleğe hangi pantolon yakışır bilecek. Ama hayatı giyim kuşam üstüne kurulmayacak. Uyum ve uyumsuzluk nedir bilecek. Bir kere, topuklu ayakkabıyla spor ayakkabının ayrımını yapabilecek arkadaş. Dağa çıkarken rugan ayakkabı giymeyecek. ‘Of yoruldum, beni ara, beni al, beni bul, bunu isterim’ değil, ‘sence de uygunsa, yanındayım, ben gelirim, merak etme’ olacak lügatında. Tereciye tere satmayacak yani. Hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek ve arkandan laf söyletmeyecek....

Kadın dediğin iyi sevişecek arkadaş. Koyun gibi de€il, kımıl kımıl olacak yatakta. Aklını başından alacak ama, aklını sadece bununla yormayacak. Delireceksin ama delirmen hastalıktan olmayacak. Uzanıverdi mi yanına boylu boyunca, göğsünde atan kalbinin yerine koyacaksın kendini, ruhunu, herşeyini. Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin.

Kadın gibi kadın olacak kadın dediğin, çıtır çerez niyetine yemediğin. Bir gecelik değil, ömürlük olacak ömürlük. Yıllara rehaveti değil huzuru taşıyacak. En seksi leydi olmayı da bilecek, hanım sultan olup sözünü geçirmeyi de. Cıvık konulara takılıp zaman tüketmeyecek, küsmeyecek, süründürmeyecek. Kadın dediğin ayıp nedir bilecek.

Sıkboğaz edip seni yalancı durumuna düşürmeyecek. Seni öyle bir tutacak ki arkadaş, sen bile şaşıracaksın öyle tutulduğuna. iki lafın başı, her tartışmada ayrılalım tehtidi savurmayacak. Sabırlı olacak ve asla gururuna dokunmayacak...

Tuzu az, şekeri çok gibi limiti olmayan prosedürsüz yemeklerle işi olmayacak. şöyle pastırmalı kurufasülyenin yanına tereyağlı pilavı konduracak şüphesiz. Salatasız oturmayacak yemeğe. Temiz olacak herşeyden önce mesela köfteyi mıncıklarken elleri . Yahut pahalı parfümlerin sindiği, süslü püslü boyacı küpü gibi, her öptüğünde bulaşık bir tadın kaldığı bir kadını öpmeyeceksin. Buram buram aşka sarılacaksın arkadaş. Buram buram kadın kokacak kadın dediğin.

Kadın dediğin güzel olacak ama eli yüzü düzgünden çok öte birşey. Zeki olacak zeki, seni bir hamur gibi karmasını da bilecek, o hamura kendini katmasını da... Paranın gücünü bilecek ama ne parasızlığın ezikliğini ne de paranın kudurmuşluğunu yaşayacak. Değerlerini bir anlık hevesler uğruna terketmeyecek. Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seni baştan çıkarırken kullanacak, yan gözle adam kesmeyecek ,üstüne sevgili edinmeyecek.

Sarışın, renkli gözlü, uzun bacaklı, beyaz tenli, ince bilekli dilber filan fasarya... Kadın dediğin hatun olacak arkadaş, sözüne güvenilir, olacak. Bileceksin ki konuşulanlar burada kalır, kapıdan çıkmaz bir daha. Ağzı sıkı olacak kadın dediğin. Sırrını tutacak ama gününü bekleyip kusmayacak...

Para lazımcılardan, kürkçülerden, cep telefonu manyaklarından, dırdırcılardan, unutkanlıklarını senin üzerine atanlardan, kendi yetersizliğini seni suçlayarak rahatlayanlardan, raf süslerinden, tehtidkarlardan, kaçaklardan, kıkırdayanlardan, boş bakanlardan olmayacak. Saflığı, cahilliği, aptallığı oynamayacak, biraz ukala olabilir ancak sana rol yapmayacak. Komplekslerini güzelliğiyle örtmeye çalışmayacak. Bir şeyi çok isterse ve inançları doğrultusunda yapacak.

En önemlisi kendini sevecek arkadaş, kendini sevmeyen kadından sana ne hayır gelir. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu kadınla ne yatağa sığabiliyorsun, ne toprağa... Koluna takıp gezmesini de bileceksin gururla, koynuna çekip sevişmesini de şehvetle. Analığını da bilecek, çocuklarından saygı görmeyi de, anaya babaya hürmet etmeyi de...

Kadın kadın olacak be, seni sadece sen olduğun için, sensin diye sevecek. Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle , sınırlamayacak. Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem annen, hem çocuğun olacak, bağrına basacaksın huzurla... Bileceksin ki evde ‘O’ kadın tarafından beklenmenin zevkini hiçbir zevk yaşatamaz sana...

Öyle bir kadın işte... Vardır vardııııııııır!..
Sende adam olacaksın seçmesini bileceksin!

23 Temmuz 2005-AÇIKGAZETE
http://www.acikgazete.com/?newsid=5610&category=149

'Adam gibi adam' dedikleri...


Adam dediğin; cesur olacak! Baktı mı şöyle karşıdan, için titreyecek için. Ayaklarında bir dermansızlık, seni alıııp götürecek. Artık ev mi olur, deniz mi, gökyüzü mü, nedir bilmem. Alsın götürsün yeter.

Adam dediğin; Sana ihtiyacım var demeyi bilecek. Seviyorsa seviyorum var mı, diyebilecek. Korkmayacak ne aşksızlıktan ne parasızlıktan ne senden ne başkasından...

Öyle sümüklü böcek gibi yapışmayan cinsten, kalabalıklarda gözlerini senin üzerinden ayırmayan. Tamam sigaranı O yakacak, kapıyı sana O açacak, şarabı senin için ilk O tadacak, kibar olacak kısaca asla yapışık ikiz değil. Oturup kalkmasını, kültür yapmasını, iki maç anlatmasını, ekonomiyi, siyaseti bilecek... Misal; Atatürkten sonraki 4 cumhurbaşkanını sayabilecek tereddütsüz...

Vizyonu olacak vizyonu, televizyondan bakmayacak hayata. İki laf ettiğinde bileceksin ki anlamış da başka konuya atlamış bile. Uyuşuk olmayacak adam dediğin leb demeden leblebiyi yutacak. Sabah saati kurmadan kalkabilecek ve çoraplarını nereye koyduğunu bildiğinden sabahları debelenmeyecek, titiz değil ama, bir kadına ihtiyacı olmadan da yaşayabileceğini gösterecek.

Adam dediğin sihirli olacak azıcık, ruhuna ulaşmayı öğretecek. Biraz da kıskanç olacak, vurdu mu ses getirmeyecek ama vurmaktan beter edecek gözleriyle... öyle bir adam işte.... Arada sırada dokunmayacak sana. Aramayacak. Mavi bir kaç gömleği olacak illaki senin ütülediğin. Merak edeceksin merak, öyle lök diye burnunun dibinde bitivermeyecek. İnsanın iyi hali var kötü hali var, sende bazen görmek istemeyeceksin, anlayacaaaaak....

Adam dediğin, güdümlü değil eğitimli olacak. Okuduğunu anlayacak, bilmediğine bilmiyorum diyebilecek, sallamayacak özet... Lügatında -haklısın-doğru-evet-gidelim-yapalım-merak etme-sen üzülme- olacak. -üzgünüm-yorgunum-belki-yarın-olmaz olmayacaaaaak... Kasımpatı gibi açılıp saçılmayacak. Bacakları kalınsa, yazın güneşin altında uzun paçalı don ve naylon terlik giymeyecek.

Adam dediğin bir söylediği sözü unutmayacak, geri almayacak, temcit pilavı gibi çıkarıp çıkarıp höykürmeyecek. Utanmayacak, arlanmayacak, başkasının karısına da yan gözle bakmayacak. Azıcık namuzsuz olacak tamam ama o namussuzluğu ancak ve ancak senin uğruna , değerleri ve onuru uğruna kullanacak...

Adam dediğin anlayacak içkiden yemekten... Balığın yanına rakıyı, şarabın yanına peyniri, viskinin yanına çikolatayı koyacak. Viskiyi sek, neskafeyi sütsüz, tekilayı tek içişte bitirecek. Sert olacak sert adam dediğin, sözünü sakınmayacak, koydu mu yumruğunu masaya, bileceksin ki susman gerek... Adam dediğin öküz olmayacak ama hiçbir treni de kaçırmayacak. Geç kalmayacak, zamanından öncede yola düşmeyecek, program delisi değil, tam karar gelecek.

Yemek masasında koltuğunu tutacak ama yılışmayacak salya sümük. Ağlayacak omzunda yeri gelecek ama sana abanmayacak. -sen yoksan ölürüm- acitasyonu yapmayacak. Arabesk dinlemeyecek, dinleyenden haz etmeyecek. Vurdulu kırdılı filmlere para verip gitmeyecek. At gözlüğü takıp gezmeyecek sağda solda... Kavun peynir yiyecek yemek olmadığında. Sushi'yi de deneyecek ama. Yeniliğe açık olacak her daim, yemem diye tutturmayacak.

Adam olacak adam... Odun gibi çıtır çıtır değil, kömür gibi için için yanacak içinde ve arkasını dönüp uyumayacak seksüel zevkleri bitince. Şefkat olacak adam dediğin anlıyor musun? Gönlünü almasını, sinirini çözmesini, seni memnun etmesini bilecek. Yan gözle şöyle bir süzmesiyle için eriyecek...

'Kırıldım, yamuldum, küstüm, konuşmam' demekle olmaz. Neyse sorun çözecek, ertelemeyecek. Bilecek hayatın kurtarılası anları olduğunu ve o anı bir daha geriye saramayacağını.

Matematik bilecek. Logaritma nedir, türev nasıl alınır, kare kökü filan… Kafadan çarpıp bölecek, ayın sonunu getirebilecek.

Kıllı olacak adam dediğin ama senin üstünde balık sırtı gibi kaygan. Oklava tutar gibi tutmayacak kollarını. Aşkı için dağları delecek, fizana gidecek, ama dönmesini de bilecek, kıçının üstüne oturup beklemesini de.

Adam dediğin iyi araba kullanacak kardeşim!. Direksiyon hakimiyeti , yön kabiliyeti 100'de 1500 olacak. Bastımı gaza saçların savrulacak, bir iki manevrayla parkediverecek arabayı, mel mel bakmayacak...

Bir salon beyefendisi olacak. Belinden kavrayıverecek uzun parmakları, dansa kaldırırken... Arada bir elini havalandırıp seni döndürecek, soluğuna soluğunu değdirecek, ne zaman duracağını da bilecek. Kendini göstere göstere afişe etmeyecek. 'tamam hoşum, akıllıyım, param var ama kadınıma da sadığım' dedirtecek...

Valla bence adam dediğin güzel öpecek başka yolu yok. -tarif edemiycem-. Mutfakta misal; aniden dibinde bitiverecek. Elinde domates filan ne varsa fırlatıp atacaksın lavaboya, masa arayacaksın masa, üzerinde yemek yapmak için değil ama....

İçki içecek kardeşim sigara da. Dünyevi zevkleri tadacak birkere. Hangi ortama ne gider bilecek. Oynamayacak öyle artist gibi, kıkırdamayacak kadın gibi, kocaman kahkahalar savuracak etrafa kendinden emin, nerede gülünür, nerede yas tutulur bilecek...

Bakışıyla kılcal damarların titreyecek, dokunuşuyla ter boşanacak etinden, korkuyla değil ama minnetle sokulacaksın koynuna. Adam dediğin ter kokacak ter. Teriyle ıslanacaksın, sırtında mı, göğsünde mi, kolunda mı bilmem, yatağa birlikte öyle dolanacaksın. Aşk olacak aşk adam dediğin tepeden tırnağa, aşk… Romantizmi sex on the beach'le kısıtlamayacak. Koyacak rakıyı balığın yanına kırdımı birde soğan yanına, şarkılar söyleyecek neşelisinden, kederlisinden yahut gidecek bir techno bara, ritmde boğulacak sallanırken. Yanında yabancı gibi değil, ben bu adamın ciğerini bilirim bakışlarıyla dolaşacaksın... yoksa ne?....


Çalışkan olacak çalışkan, tuttuğunu koparacak. İşçi olacak işçi, çalışmadan karizma satmayacak. Yeri gelecek limon satacak, utanmayacak. Taşı sıktı mı suyu çıkacak. Baba parası yemeyecek, babasına destek çıkacak. Annesini sevecek ama kadınına kuma getirmeyecek. Aile, akraba nedir?, bayram seyran kimler aranır sorulur, kimler küstürülmez, kimlerin elleri öpülür?...Bilecek... Büyüklüğünü, önündeki ceketin düğmesini ilikleyerek değil, önünde ceket iliklettirerek farkettirecek. Dobra olup kabalaşmayacak. Eleştirinin ince ayarını, bir terzi maharetiyle teğelleyecek. İnsanları kırmadan da hataların onarılabileceğini öğretebilecek. Öyle hemen yorulmayacak, sızmayacak ve hiç başı ağrımayacak. Dişleri, tırnakları, burnu ve saçları temiz olacak. Adam adam kokacak, parfümlü züppe değil.
Kudurmadan eğlenmeyi bilecek, kudurtmadan dize getirmeyi bildiği gibi.

Adam dediğin yazın buz gibi, kışın soba gibi olacak. Çok şişman, çok zayıf, çok uzun, çok kısa, çok yakışıklı, çok sıradan, çok titiz, çok mükemmeliyetçi, çok kaba, çok kıskanç, çok bayağı olmayacak. Normal ama aykırı olacak. Sıkmadan sıkıştıracak, baymadan bayıltacak, ezmeyecek ruhunu anlıyor musun? Sarsacak ama, sarsıntın depresyondan olmayacak...

Demem o ki; adam adam olacak, adam gibi adam dedikleri... Ama sen de hakikaten kadın olacaksın. Bütün bunları yaşatabilecek bir ruhu yetiştirebilecek bir koca yürek, bir koca ana. Ana olacaksın...
Bir adam büyütmek o kadar da kolay değilmiş diy mi? Ne o, hazıra mı konacaktın? Böyle analar olmasa, böyle adamlar nereden bulunur söyle, hadi söyle?

Sende analığını bileceksin, kadınlığını bildiğin kadar, otur oturduğun yerde!...

Sibel Bengü
18 Temmuz 2005/AÇIKGAZETE
http://www.acikgazete.com/?newsid=5544&category=149

10/18/2006

Ayna ayna güzel ayna... 'en güzel sensin' de bana!..

(At the Mirror/ 1827 Oil on canvas, 46 x 35 cm, Kunsthalle, Kiel)

Bir masalla başlar hayat, annemizin dudaklarında. Karlı kış akşamlarının büyüsü, yorgan altı sıcak gecelere uzanır ve ıslanır yastığımız gözyaşlarımızla... Hepimizin çocukluğuna; Kırmızı şapkalı bir kızın masumiyeti ve bir kurt olabilmenin kurnazlığı sinmiştir. Elbette tercihimiz daima Kırmızı şapkalı kız olma yönündedir. Aynada her sabah iyi yüzümüzü yıkamamız bu yüzden değil midir?

Beklentilerimiz nelerden oluşur birdenbire yaş 30 olunca? Annemizin kulağımıza fısıldadığı masallara bir bakalım. Sanki hiç avcı, sanki hiç babaanne yahut kurt olmayacakmışız gibi... Sahi hangi hayallerle büyürüz biz, nasıl geçer zaman, neyi biriktiririz, neyi atlarız? ya orta yaş sendromunda ‘hadi çabuk az kaldı’ paniklerinde kendini olmayacak maceralara atanlarımız?.. Son soluğunda, ‘hiç keşke demedim hayatım boyunca’ diyen kaç kişi tanıyorsunuz? Bunu büyük bir özgüvenle söyleyenlerin hayatına bir de onun gözünden bakabilseydik keşke, ‘keşke’ dediğimiz anlarda. Hayat; masum bir Kırmızı başlıklı kız ve Kurnaz kurt olma tercihini de beraberinde getirir oysa. Beklentilerimizi belirleyen sadece kendimiz miyiz hayat yolculuğunda? Öyleyse bu masallar, ninniler, kitaplar, filmler neyin nesi? Toplumun kuşatması altında hayatımızın ne kadarını kendimiz olarak yaşıyoruz? Ne kadarını erteleyip, ne kadarını sindiriyoruz? Çocukluğumuza duyduğumuz özlemin arkasında, hep o kırmızı başlıklı kız olma isteği yattığı ve büyüdüğümüzdeyse o kurnaz kurt da olabilmeyi içimize sindiremediğimiz için mi rahatsızız? Gerçekleri gözardı etmek mi huzursuz edici, yoksa zaman zaman o kurt kimliğine bürünebileceğimizi bilmek mi?

Ayna söyle bana, kimim ben? Neyi bekledim bunca zaman? Ayna söyle nasıl ben ‘ben’ oldum? Kırıldığımda, üzüldüğümde, çok ağladığımda mı, mutluluktan ağzım kulaklarıma vardığında mı? Yoksa yorgunluğumun tek sebebi kendimi ifade edebilmek için verdiğim mücadele mi? Kimse sormadı mı bana kimsin ve ne istersin diye? Ayna söyle hadi, bu masalın sonunda kim kazanıyor kim kaybediyor? Kurdun midesine giren babaanne miyim yoksa karın deşme işini yapacak kadar öfke dolu bir avcı mı? E haliyle hayatlarımızın baş kahramanı biziz biz olmasına da, hep aynı rolde kalacak değiliz herhalde!.. Var mı kendi masalının sonunu bilen bir babayiğit, çıksın söylesin bana?..

Peki, bırakalım kırmızı başlıklı kızı bir tarafa, bir de Sindirella olmayı deneyelim. Ya kötü kalpli Cadı da olursak masalın sonunda? Yahut ayakkabımızı düşürmekle başlayacak belki de yeni bir hayat. Kaybettiğimizi düşünerek geçireceğimiz her saat her saniye, kazançlarımızla karşılaşacağımız bir serüvenden ibaret olamaz mı?

Ayna söyle bana, dünümü saklamadan, bu günümü atlamadan, yarın varolarak nasıl yaşarım söyle? Büyümenin çok para kazanmak olmadığını, kürkümün yiyeceği ekmekle adam olunmadığını, sahip olduğum en güzel şeyin ne istediğimi tanımlayabilmekten geçtiğini söyle. Masalların içinde bir kötü kalpli cadı olma olasılığının da var olabileceğini, hayatın bize her zaman iyi şeyler sunmasının yanısıra aklımıza düşen kötülükleri nasıl ehlileştirip nasıl zararsız hale getireceğimizi, asabi günlerimin özürünün yazılı olduğu tabelayı nereye asabileceğimi, başkalarını affetmenin yolunun önce kendimi affetmekten geçtiğini söyle bana, tekrar tekrar söyle ki unuttuklarımı hatırlayabileyim.

Güzel ayna, seni yıllar önce almıştım Nişantaşı’ndan, bir büyücü filan bırakmamıştı avuçlarıma. Hiç sevmemiş, hiç gülmemiş, hiç acı çekmemiş gibi bakma bana. Bana tekrar sevmeyi öğret hatalarımla. Hadi ayna... Dün’ü şimdi yapmayı öğret.

Masalları, hikayeleri, siyah beyaz türk filmlerini, Tommiks, Teksasları, Pembe dizileri ve diğerlerini, annemin kulağıma söylediği ninnileri, babamın ‘Rüzgargülü’ hikayesini, kırmızı pabuçlarımı ve mavi topumu unutmadan, ama unutarak hayal kırıklıklarını, kaybedilmiş zamanları, saklanmadan, duygularımla oynanmadan varolmayı, varolurken kendimi görmeyi göster bana.

Zaman çok hızlı akıyor Ayna. De ki bana; Çocukluğun kazanılmış en büyük zaferdir ve masallar ve hikayeler ve ninnilerle zenginleşmiştir... Kristal bir ayakkabı düşürmen gerekmiyor yeniden başlamak için ama kaybetmekte yeniden başlamak için iyi bir neden. Kırılmadan, yorulmadan, değişimin sadece ziyanla olmadığını gör diye. Ve biliyormusun de, işte o zaman, göreceksin herkesi, herşeyi, sabrı, inancı, anneni, babanı, büyük büyük babanın hatalarını, oğlunda kendi çocukluğunun haylazlığını.
Hadi ayna... Göster bana sivrilen noktalarımı... Seveyim kendimi yeni baştan. Şimdiyi şimdi, dünü dün, yarını yarın yapmak için;
de ayna, 'en güzel sensin' de... inan bu bile yeter...
hadi...


Sibel Bengü
BAZ MAGAZİN

10/16/2006

Kırmızı başlıklı kızın nesi var?..

(Yi Girl with Red Headdress II / Zhang Li-O/C, 80 x 65 cm, 2003)

Her masalda aşk vardır görmek isteyene, bu 'Kırmızı Başlıklı Kız' masalı olsa bile.

Hiçbirşey bir aşığı hain ve kurnazca pusu kurmuş bir kurt olmaktan alıkoyamaz. Biliyormusunuz hiç bir aşık, masum ve sıradan görünmeyi başaramaz. Sinsidir aşk, çarçabuk yutmaya hazır bir lokma gibi avını bekler. Diğer taraftan bizi aşka hazırlayan bir hayat vardır, elmalı turta sepetiyle sevgili babaannemize yollayan, ormanın hayatla örtüşen o karanlık ama cezbedici havasının içine yapayalnız bırakan... Şen şarkılarımızı mırıldanırken patikalarda, ağaçların, çalıların, çukur ve tümseklerin arkasına gizlenmiş, birşeyler olduğunu biliriz ... biraz ürpererek, biraz tedirginlikle ilerleriz...İçimizdeki ses, korkuyorum der , dışımızdakiyse kim korkar hain kurttan...

Birden bire bir boşluk anında çıkıverir karşımıza, o her nereye saklandığı belli olmayan aşk, kurt kimliğinde belki de. Ve ne büyük teslimiyettir ki o, sizden önce midesinde vıcık vıcık kaynayan diğerlerinin yanına gitme pahasına, kurt‘a teselli verme ihtiyacıyla içiniz kaynar... Aşkın tek açıklanabilir yanı, bu saflığı körlük mertebesine taşımasıdır. Sizi bekleyen orman size açtığı kucak kadar öldürmeye de hazırdır.

Kör göze batırılan çomak gibi acıtır aşk. Mutluluk olsa bile sonunda, kazanmak kadar kaybetmek de vardır bu yolda. Masallarda iyiler yaşar, kötüler hep ölür ya, her nasılsa hayatda, kendimizi bile bile attığımız ateşlerde acısa da etimiz, bedenimizi bu aşk pahasına öldürebiliriz.

İçimizdedir masal, ister kabul edelim ister etmeyelim. Bazen tavernada, bazen tren garında, bazen bir topluluk yahut yalnızlık anında. Daima bir kurt ve daima bir kırmızı başlıklı kız olma durumu vardır hayatta. Kimi yer, kimi yutulur, ister ormanda, ister kulübede, ister yatakta...

Ben kırmızı başlıklı kızın yerinde olsaydım eğer, kurda bir pusu kurardım ancak öldürtmezdim onu avcıya. Korkulardan kaçmanın yolu, onu öldürmekten değil onunla mücadele etmekten geçer çünkü. Kaç kişi ben kurdum der gözünüze baka baka ve mide fesatına rağmen daha fazlasını ister? Yahut kaç kişi gözünün içinden fışkıra fışkıra yalan, ben senin babaannenim yavrum deyip sizi yemeği dener? Nasıl bir cesarettir ki bu? Bence sırf bu cesaret bile kurtarılmaya değer. Ve kaç kırmızı başlıklı kız, intikamını midesini deştiği kurttan alacak kadar kendini sever?..

Ben öldürtmezdim kurdu. Çıkarıp alırdım babaannemi midesinden ama öldürtmezdim. Eğer bir kurt varsa hayatınızın bir yerinde ve siz herşeyin farkındaysanız, siz de öldürtmezdiniz, yaşamasına izin verirdiniz. Kendinizi kurttan daha fazla sevmediğiniz için, ölme pahasına onun midesine girmeyi göze aldığınız için, bir güzel söz uğruna, yalana göz yumacak kadar çok sevdiğiniz için, bu cesareti onda görebildiğiniz için, aşk olduğunuz için...

Masalların böyle dirlik içinde bitmesine şaşıyorum. Şüphesiz kırmızı başlıklı kız olmadığım için... Aşkım için yutulmaya hazır olduğum ve geri dönmeyeceğim için, öleceğimi bile bile... kurdu öldürmezdim.

Ve kurt olsaydım diğer taraftan, çünkü hayat, kurt olma talihsizliğini de verebilir size zaman zaman, yerdim kırmızı başlıklı kızı ne yalan söyleyeyim. İster sövün, ister dövün! Ben cesaretime kimseyi bulaştırmam.

Masalın sonunda her ne kadar üç elma düşse de..., masalların içindeki kahramanlıklarıyla aynı değildir gerçek hayatta insanlar. Çünkü bir ders çıkarasınız diye anlatılır size masallar. Hiç sönmeyen ve hiç bitmeyen bir yıldız gibi parlamak sabır, hiç unutulmayacak masalların kahramanı olmak yürek ister. Ama ne acı ki herkes, kolunu kıpırdatmadan, kahraman olmak ister. Tüm aptal görüntüsüne rağmen ne kırmızı başlıklı kız o kadar saftır ölümüne, ne kurnaz kurtun bakışları, duygularını kusamayacak kadar katildir öldüresiye. İki kişi vardır aslolan. Kırmızı başlıklı kız ve kurt, akarlar geceye...

Kız kurdun karnında ölmeyi, kurt kızı iştahla yemeyi göze aldığı taktirde, bu masalı dinleyene de 'vah vah' demek değil, 'afiyet olsun' demek düşer. Avcı da kurdun karnını deşmek yerine, çekip gider!

Sibel Bengü/BAZ MAGAZİN

10/13/2006

Yeni Hayat...

Dün kalbim yerinden oynadı, dün Orhan Pamuk Nobel-edebiyat ödülünü aldı. Dün Türkiye, dün türkçe ödül aldı. Bir takım politik yaklaşımlarla bu heyecanlı başarıyı gölgeleyenler ya hiç Orhan Pamuk okumadılar, yahut okuyup anlamadılar...
Bana Orhan Pamuk'u sevdiren kitap 'Yeni Hayat'dır ve bu kitap tıpkı roman kahramanı gibi benim için de yeni bir hayatın keşfine isabet eder... Romanın ilk satırları şöyle başlar...BİR GÜN BİR KİTAP OKUDUM VE BÜTÜN HAYATIM DEĞİŞTİ... Daha ilk satırlarda lirik dilin olağanüstülüğüne ve coşkusuna kapılıp öyle sürüklendim ki, bu kitap roman kahramanıyla beraber yaptığımız bir yolculuğa dönüştü. Benim gibi bir çoklarının hayatına farkındalık katmış diğer yapıtlarını da büyük bir heyecanla okudum... Gurur duyulacak bir ödül, haklı bir ödül, türk dilinin zenginliğine verilmiş bir ödül. Ama zaten Orhan Pamuk o ödülü benim için çoktaaaan almıştı... En sevdiğim kitabının beni vuran ve elimden bırakamamama neden olan (ve diğer kitaplarını okumama sebep) önsözüyle tekrar anıyorum...

'Resimli romanlardan, dizi filmlerden ve hızla geçen otobüslerin, trenlerin hızından çıkma benim hikayemde melek sözüyle her karşılaştığında, çok görmüş bir akılcılıkla gülümseyen, kendinden emin, şüpheci okur! Belki de benim tutkuma, öfkeme ve hikayeme kendini bütünüyle vermediğin için, şimdi bana hızla yaklaşmakta olan o an, bir gün sanki sana hiç yaklaşmayacakmış gibi, güvenle kitabı elinde tutuyorsun, ama benim gördüklerimi senin de bir gün görebileceğini aklından hiç çıkarma ve sakın kendini ölümsüz sanma. Kitaplar, mükemmel kitaplar, ölümsüzlerin işidir. Ben ve kahramanım ise fazla kusurlu, fazla eksikli olduğumuzu bildiğimiz için zaten ölümlüyüz... YENİ HAYAT/1994

Usta karikatürist, biricik DONQUICHOTTE, International sanatçı, Grafiğin prensi... Değerli arkadaş ERDOĞAN KARAYEL'in yorumuyla ORHAN PAMUK...

10/12/2006

Aklından geçen...


Birdenbire bir lodos anı gibi karmakarışık oluyor kafan. Başından mı boynundan mı bilmem bir şey esip geçiyor... Sen havalara yoruyorsun oysa ben biliyorum aklından geçeni. Lodostan çok öte bir şey...

‘Kahvenin suyunu koydum, unutma’ diyorum, duymuyorsun... Bana gökyüzünün renginden, benim için çamur, senin için yağmur olan sokak taşlarından , delice ıslanmalardan, sokak kedilerinden, kapılardan, pencerelerden, terör’den filan bahsediyorsun. Sırf geçici ve sıradan serüvenlerin kahramanı olmanı istemediğimden, ‘bir sevgilin mi var ‘ diyorum içim ezilerek… Çünkü bilirim çokca acı çekmektir yeni bir sevgili edinmek. Bana İstanbul’u anlatıyorsun sanki daha önce İstanbul yokmuş gibi. İstanbul’daki bulutların kızgınlığını ve pencerene düşürdüğü manzarayı... Bolca gurur, kuşku ve onur biriktiriyorsun. Sorduğumda –hiç- diyorsun, -havalardan- oysa ben biliyorum aklından geçeni.

Yağmurlar, fırtınalar ve çamur sıçratan tekerlerin bıraktığı izler gibi geçiyor zaman, silkeleniyorsun kıştan, pencerene bahar düşüyor. Haylaz kediler savruluyor oradan oraya sıcağı hissedince, bir kuytu barınak aramıyorlar artık senin gibi. Lodos eskisi gibi keskin esmiyor, meltem mi desek artık buna sam yeli mi, bilmem sen neye yoruyorsun?.. Ne de olsa yine karmakarışık kafan...

Kahve telvelerinde onun silüeti, fal niyetine tuttuğun şarkılarda onun niyeti. Artık senin ne düşündüğün değil O‘nun ne düşündüğü önemli. Dilindeki şarkılar onu söylüyor, aldığın kazak onun seveceği türden, kalbin yerinden oynuyor tam kazağının altında, saklıyorsun görünmesin diye.
Bilmiyorsun ki bu lodos anı, aşktan sakınmanın bir başka adı.

İstanbul baharlanıyor... Sen; açıklanamaz olmayı İstanbul’un üzerine atıyorsun, sen; korkularını lodoslu havaların üzerine atıyorsun, sen; mavi rengin cazibesini O‘nun gömleğine atıyorsun.
Aldırmıyorsun, suçlamıyorsun, sadece karmakarışık olmayı sevdiğin için, susuyorsun. Çünkü tüylü kazağının altındaki şey, aşka benzer birşeyler istiyor. Aptallığını seviyorsun. Yok diyorsun bu aya kalmaz geçeeeer gider...

Aylar geçiyor, O geçmiyor. Görmedikçe yüzünü daha da büyüyor... Ellerine düşüyor, gözlerine düşüyor, pencerene düşüyor. Hasta mısın diyorlar suskunluğunu görenler, yorgunum biraz diyorsun,
Sebebini bildiğin ama bir türlü kabullenemediğin bir şeyler oluyor...
Oysa ben biliyorum aklından geçeni!.. Lodostan çok öte bir şey...

Sibel Bengü

Kadınlar Ne İster?

Kadınlar istemez, kadınlar bekler. Merhaba bekler, telefon bekler, ilgi, şefkat, sevgi, ayrıcalık filan ve illaki aşk bekler... Tabi prens mirens bekleme hikayesine hiç girmiyorum, artık kurbağalar da harbiden kurbağa.. Prense dönüştürecek herhangi bir sihirli öpücüğün olmadığını bütün masum kızlarımız anlamış bulunuyor. Oldukça hazin.

Onların garip cinsler olduğunu düşünmenize sebep,, onların ne istediklerini bilememeniz, bilmek istemeyişiniz ve sizin neyi verebileceğinizi tam olarak kestirememenizdir. Yani bu durumda kararlılık önemlidir. Tabii biraz müneccimlik yönünüzde gelişmiş olsa iyi olur, ne de olsa kadın kısmının güzel sözler duymak üzerine programlanmış kapasitesi yüksek bir harddiski var .. O kadar zor bişey değil, yani karşınızdaki kadın ne kadar medeni, entellektüel, eğitimli, hoşgörülü ve diğer tüm olumlu özelliklere sahip olursa olsun, nihayetinde kadındır ve kadınlar sevilmeyi sever. Eğer işin içinde aşk yoksa, bir kadın sizi tek kalem de siler, silemiyorsa bir acıma duygusu gelişmiştir ki, o da perişan bir durumdur, zaman içinde beyninizi didikler.

Kadın şımartılmaya yakın bir duruş sergiler. Bunun farkına erken yaşlarda varan bazı beyler, çok uzun yıllar boyunlarında ‘çapkındır’ levhasıyla dolaştılar. Çapkınlık son derece efor gerektiren bir meziyettir ve sadece bu çaba bütün kadınlar tarafından ilk etap da takdire değerdir. Ancak zamanla kabak tadı verir, çünkü bir kadın çapkın adama tutulsa da bu tutulma güneş tutulması gibi kısa sürelidir ve çıplak gözle görülemeyecek kadar uzak olanlar, tarih olmaya mahkumdurlar. Çapkın adam nedir konusu, diğer bir yazı konusu olarak alınmaya değer, burada harcamayalım.

Eğer küçük bir buzağı olarak yetiştiyseniz sonrasında at gibi soylu bir aşık, koyun gibi itaatkar bir eş, yahut kartal gibi heybetli bir şeylerle kendinizi kamufle etmeniz mümkün billah değil. Yani sonradan olma bir leopar tavrı sergilemek de bir kısım hanımı ancak bir süreliğine oyalıyor . Ve akıllı kadınlar bunu yemiyor (leopar burada cool olma yı imgeliyor!..) ki cool olmakla öküzlük birbirinden çok ince bir çizgiyle ayrılıyor. Bunu en acilinden ayırd edebilen kadının önünde saygıyla eğiliyorum..

Duygu fırtınaları filan estirmek sadece tutkunuzun dalga boyutuyla alakalı… Zaten aşıksanız öküzlük kendi kendini imha ediyor...Artık siz duruş pozisyonunuza göre neyseniz, aşık olduğunuz da tam tersi olmaya eğilimlisiniz. Gelin de bunu karşı cinse anlatın kolaysa. Bu esnada kibarlık çok önemli Ama asıl önemli konu adap dediğimiz şey...maalesef kibarlık gibi sonradan öğrenilemiyor... Farkettiğinizde tren çoktaaaan kaçmış olabiliyor. Siz siz olun neyseniz o olun, eğer öküzlük meselesini kabullenecek kadirşinaslığa sahipseniz, ki bu samimi itiraf kişisel gelişiminiz için son derece olumlu , akıllı bir inek muhakkak buluyorsunuz... Sakın ola da sizi bağrına basacak bu ineği reddetmeyin. O sizi gerçekten seviyor.
Zaten uzun süreli ilişkilerde de, ayrılamayan erkeklerin ve kadınların tek bahanesi, yanlarında bir ineği barındırmanın huzuru ve bir öküze katlanmanın merhameti..

ancaaaaaaaaak;
unutmayın sakın, ne her inek her ot’la yetinir, ne de her öküz her ineğin sadece etinden sütünden etkilenir.

Kadın ne ister? Kadın istemez kadın bekler. Erkeğin avcı, kadının av olduğu şu hayat dediğimiz kocaman tarlada ve avlanma yasağının olduğu alanlarda adrenalin dört nala gezer. Bu sebepten bazıları ulaşılmazlığı aşk zanneder. Pekiii avını yakaladığı andan itibaren, avcı nereye çekip gider?

Erkek koşacak... efor şart, oturduğunuz yerden kazanılmıyor zaferler, kızmak yok... öyle ... ‘Ben bu işin sırrını çözemedim’ diyen bir erkeğin bir kadınla uzun vadede olamama sebebi, çoğunlukla kendi yazdığı senaryo da başrolü kendine verme cesaretini gösterememesi. Dikkat edin kendi korkaklıklarına söz geçiremeyenlerdir genellikle öküz damgası yiyenler, çünkü hayat bir trendir geçip gider , öküzler de konuşmaz, sadece gider...

Ya kadınlar ? Kadınlar bekler...
Ha bu arada sözüm meclisten dışarı, tanıdığım erkekleri tenzii ederim ve tabii kadınları da…. Diğerleri bana yazsın, hesaplaşalım, bende insanım hata yaparım.

Medeniyeti ve öz güveni yüksek kadın ve erkek milletini de kutlarım. Ne çarçabuk yenilip yutulmaya hazır bir av oldukları için ne de silah milah tüm takım taklavatla avlama münasebetine giriştikleri için .. Yani doğa kanunlarına da baş kaldırmak her baba yiğidin harcı değildir doğrusu...

Kadınlar ne ister? bence kadınlar bekler... budur... zaten beklesin de... İlla bir galip ve bir mağlup olma durumu vardır aşk da... İster öküz olun ister inek, zaman zaman birbirinizin rollerini çalsanızda...

*Buradaki hayvan isimlerine takılmayalım. Misal ;Çin felsefesinde bu çok yaygın bir anlatım dilidir ve evet yasaldır? Benim de bir esinlenme mevzuum olmuş olabilir...Yılan burcu, maymun burcu oluyor, öküz, inek filan da vardır dediğim bir anıma denk geldi... Yoksa örümcek, sinek, sümüklüböcek gibi hayvanlarda var ama onlara girmek hiç istemiyorum.

peki ya erkekler ne ister?

Güzellik şart... başka? Gömlekleri ütülensin mi ister, yemeği önüne konsun mu? Çoculuğuna çombalağına iyi bakılsın mı? Gözü arkada kalmadan çapkınlık yapılsın mı? Suya sabuna dokunmadan evin düzeni bozulmadan aleme akılsın mı?

Güzel mi olacaksın, marifetli mi olacaksın, zevkli mi olacaksın ne? Hiç konuşmayacak mısın, dırdır ediyo damgası yememek için, hiç söylenmeyecek misin kıskanç etiketi yapıştırılmaması için ? Hiç peşine düşmeyecek misin, nerededir ne yapar diye? Böyle extra large bir seyrüsefer mi yapacaksın birliktelik boyunca?

Sıcak bir söz müdür baştan çıkaran, bir afilli duruşmudur karşıdan? Hangisi karşısında yıkılmaz, hangisi karşısında yenilmez zaferler vardır bilmem?

Bazen sarışın, bazen kumral mı olmaktır maharet? Bazen şımarık bazen çocuk olmak mıdır? Cicim, kuşum, böceğim de midir sihir, bu gün git sakın gelmede midir ? Bağrına basmak mıdır, kapında süründürmek midir asılı tutan? Yok mudur bunun matematiksel bir förmülü? Lütfen üzmeyin artık bekar city kızlarını beyler...



Peki ya erkekler?

Ne olursan ol, eğer erkeğin gözündeki ışık olamıyorsan, bunların hepsi vız gelir tırıs gider. Sonra gelir zevkler, maharetler, meziyetler... entel dantel muhabbetler...

Kimisi öncelikle güzellik der, kimisi de önce....

Valla ilk sırada güzellikden başka birşey isteyen ruhani birini göremedim daha...

Sibel Bengü

10/10/2006

AŞK VAR MI AŞK, SEN ONDAN HABER VER?

Boşver be yaşı başı!
Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver?..
Şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver?
Koyma bir kenara yüreğini, aç kapılarını.
Gelene geçene yol verme girsin diye içeri
ama gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna .
Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,
aklını kaybedecek kadar bir aşk varsa avuçlarında,
bırak aksın yollarına.
Yağ geç, yık geç, kimse inanmazsa inanmasın.
Sen inan yüreğine...
Hem ona geçmezse kime geçer sözün?..
büyü büyü...
bak ellerin ayakların kocaman,
aklında maaşallah yerinde,
e ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.
Akıllı ol,
yüreğin gelir peşinden...
Boşver yaşı başı...
Aşk var mı aşk,
sen ondan haber ver?

Takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.
O çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün.
Atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir kış günü.
öl gitsin...
Parayı pulu savurup,
bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır istediğin,
savrul gitsin...
Boş ver be yaşı başı,
kim tutar seni kim?
Kendi yüreğinden başka kim?.
Aklını al da öyle git,
ister yollara, ister odalara, ister kırlara bayırlara vur da git.
Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle, bırakmadıkça birine.
O biri de gelir gerçekten istedigin oysa,
seveceksen ve öleceksen uğruna...
yaşa be, yaşa da öyle git, gireceksen toprağa...

yaş 70’e gelse bile, hayat daha bitmemiş, sen mi biteceksin?
çekeceksen bile bayrağı ,
‘yaşadım ulan dibine kadar’ diyemeyecek misin?

Sibel Bengü


YAZARIN NOTU: Kaderde kendi yazimin bizzati açıklamasını yapmak da varmış:) Bir kaç okurumun, bu yazinin bana ait oldugunu anlamakda güclük cektiklerini görüyorum. Daha dogrusu, mail ortaminda cokca dolasan bu siirim birileri tarafindan, hangi akla hizmetse bazen isimsiz bazen de Can Yücel ismiyle dolaşıyor. Can Yücel gibi büyük bir sairi anımsatmak gururumu oksamadi degil, siir de oldukca ünlü olmus görünüyor ama su durumda yanlis anlamalara mahal vermemek adina, bu siir BAZMAGAZİN dergisinde ve AÇIKGAZETE'de (Subject: Aşk var mı aşk? Sen ondan haber ver!
http://www.acikgazete.com/?newsid=4721
Messge: ) ismimle yayınlanmıştır. Mail ortamında üşenmeyip pps dökümanı haline getirenlerin, altından ismimi silip Can Yücel ismiyle yaygınlaştıranlarına pes diyorum ve sevgili okurlarıma bunu açıklamayi bir borç biliyorum. Altinda ismim olan her yazı bana aittir.
Sevgiler,
Sibel Bengü...