9/18/2009

Anne kurabiyesi


Hani böyle tereyağlı olur da, kıyım kıyım erir ağızda... Topluluk arasında 'un kurabiyesi' derler, aile içindeyse en taktir görür kurabiyedir, asıl ismi 'Anne Kurabiyesi'...

Hani çocukluğumuzun evi gibi kokuverir ev birdenbire, daha doğrusu dört duvarı ev yapan işte o duvarlara sinen kurabiye kokusudur da bizim anlamamız ileriki yaşlara rastlar nedense. Sokak kapısından, merdivenlerden, perdelerin içinden dolaşıp komşunun burnuna değiverir... ve komşunun şöyle bir iç geçirip 'aman da ne güzel koktu efendim' diyesi gelir. İşte o koku annemin un kurabiyesinin kokusudur, annemin evinden gelir ve annemin evi bir ailedir. Hem yumuşacık, hem kıyır kıyır, daima bağışlayıcı ve daima derin bir musıki gibi...

Çocukluğumun kurabiyelerinin tuhaf bir tadı vardır ağzımı buran. O kurabiyeler ki sonradan marka oldular lüks pastanelerde, onlarda güzel ama aile kavramımın gelişmesine yardımcı olan kurabiyelerin yerini hiç bir zaman dolduramadılar, ne de olsa ilk imza anneme ait. Şimdikilerin içinde evde yapılamamış olmanın serzenişi var sanki, ruhu mu yok ne? Keşke annem yanımda olsa da anne evi gibi koksa evim dediğim çok olur. Sahici gelir anne kurabiyelerim şimdiki marka kurabiyelerin yanında... ve sahici bir ev olur evim o kurabiye kokusuyla.


Zarif bir kokusu vardır bu anne kurabiyesinin. Üstü asla şekerlenmeyen pudra şekerinin homojen dağılımı, bana tertipli bir hayatın müjdesi gibi gelir. Öyle pürüzsüz, öyle baştan çıkarıcıdır ki... O masum görüntüyü şeytani bir arzuyla mideye göndermek için çırpınırsınız. Eğer çocukluğunuzun mutfağında fırından yeni çıkmış bir un kurabiyesini tepsiden aşırma hikayesi yoksa kuşkusuz bu anlattığım size hiç de tanıdık gelmeyecek... Çünkü şimdiki olgunluğumuzun sırrı, çocukluğumuzun üzerine sinen güzel anların içinde gizlidir ve o anılarla damıtılan çocukluğumuz, bizi anne huzurunu özlemeye itekler yaşımız alıp başını gittikçe...


Ben özlerim kurabiyeyi, 'Onu' özler gibi.. ‘O’ halis muhlis ev yapımı bir kurabiye gibidir. Masumca aşırdığım kurabiyenin şımarık tadı yapışır dudaklarıma onunla her karşılaşmamda... ağzım kamaşır... Öyle huzur dolu ve öyle de adrenalin yüklüdür şu hiçbirşey sandığınız kurabiye benim hayatımda. Bir yağmur günü, büyük pencereden yansıyan İstanbul manzarası ani bir hareketle dağılıverir... İstanbul İstanbul olur koşarken ben mutfağa, evim ev olur... Sanki yalnız değilmişim gibi olur... Memleketini, annesini, sevdiğini özleyenler bunu bilir...

İşte o zaman usulca çıkarıp fırın tepsinini yerinden, kardığım hamuru küçük küçük parçalara ayırırım.. tek tek dizerim yağladığım tepsiye... ve itinayla koyarım sıcak fırının içine...


O sıcak fırın yüreğimdir ve oraya giren hiçbirşey çıkamaz bir daha geriye...




11.09.2009, AÇIKGAZETE'de yayınlanmıştır.

9/04/2009

yüzü deniz kokan adam..














































Eğilip denize...
Yüzünü yıkıyor bir adam...
Deniz kokuyor elleri.
Parmaklarından kayan balıkların sarhoş gürültüsü,
getiriyor keyfini...
Yüzünü yıkıyor adam,
balık kokuyor elleri.
Bir yudum alıyor rakısından,
Ayıklıyor buzunu anılardan...
Güneş batıyor yüzünün ortasından,
Ve kimine doğuyor bir başka ülkede...
Çok da umurunda değil hani kime doğduğu..
Belli ki yorulmuş umurunda olan şeyleri beklemekten...
Biri duruyor ayaklarının dibinde,
Adam uzaklara bakıyor konuşmadan...
Ne diyecek ki hem?
O sadece yüzünü denizle yıkayan bir adam..
Demiyor birşey.
Gelen de gidiyor zaten,
Bir tek onlar kalıyor;
balıklar, martılar
ve yüzü deniz kokan O adam...

9/18/2009

Anne kurabiyesi


Hani böyle tereyağlı olur da, kıyım kıyım erir ağızda... Topluluk arasında 'un kurabiyesi' derler, aile içindeyse en taktir görür kurabiyedir, asıl ismi 'Anne Kurabiyesi'...

Hani çocukluğumuzun evi gibi kokuverir ev birdenbire, daha doğrusu dört duvarı ev yapan işte o duvarlara sinen kurabiye kokusudur da bizim anlamamız ileriki yaşlara rastlar nedense. Sokak kapısından, merdivenlerden, perdelerin içinden dolaşıp komşunun burnuna değiverir... ve komşunun şöyle bir iç geçirip 'aman da ne güzel koktu efendim' diyesi gelir. İşte o koku annemin un kurabiyesinin kokusudur, annemin evinden gelir ve annemin evi bir ailedir. Hem yumuşacık, hem kıyır kıyır, daima bağışlayıcı ve daima derin bir musıki gibi...

Çocukluğumun kurabiyelerinin tuhaf bir tadı vardır ağzımı buran. O kurabiyeler ki sonradan marka oldular lüks pastanelerde, onlarda güzel ama aile kavramımın gelişmesine yardımcı olan kurabiyelerin yerini hiç bir zaman dolduramadılar, ne de olsa ilk imza anneme ait. Şimdikilerin içinde evde yapılamamış olmanın serzenişi var sanki, ruhu mu yok ne? Keşke annem yanımda olsa da anne evi gibi koksa evim dediğim çok olur. Sahici gelir anne kurabiyelerim şimdiki marka kurabiyelerin yanında... ve sahici bir ev olur evim o kurabiye kokusuyla.


Zarif bir kokusu vardır bu anne kurabiyesinin. Üstü asla şekerlenmeyen pudra şekerinin homojen dağılımı, bana tertipli bir hayatın müjdesi gibi gelir. Öyle pürüzsüz, öyle baştan çıkarıcıdır ki... O masum görüntüyü şeytani bir arzuyla mideye göndermek için çırpınırsınız. Eğer çocukluğunuzun mutfağında fırından yeni çıkmış bir un kurabiyesini tepsiden aşırma hikayesi yoksa kuşkusuz bu anlattığım size hiç de tanıdık gelmeyecek... Çünkü şimdiki olgunluğumuzun sırrı, çocukluğumuzun üzerine sinen güzel anların içinde gizlidir ve o anılarla damıtılan çocukluğumuz, bizi anne huzurunu özlemeye itekler yaşımız alıp başını gittikçe...


Ben özlerim kurabiyeyi, 'Onu' özler gibi.. ‘O’ halis muhlis ev yapımı bir kurabiye gibidir. Masumca aşırdığım kurabiyenin şımarık tadı yapışır dudaklarıma onunla her karşılaşmamda... ağzım kamaşır... Öyle huzur dolu ve öyle de adrenalin yüklüdür şu hiçbirşey sandığınız kurabiye benim hayatımda. Bir yağmur günü, büyük pencereden yansıyan İstanbul manzarası ani bir hareketle dağılıverir... İstanbul İstanbul olur koşarken ben mutfağa, evim ev olur... Sanki yalnız değilmişim gibi olur... Memleketini, annesini, sevdiğini özleyenler bunu bilir...

İşte o zaman usulca çıkarıp fırın tepsinini yerinden, kardığım hamuru küçük küçük parçalara ayırırım.. tek tek dizerim yağladığım tepsiye... ve itinayla koyarım sıcak fırının içine...


O sıcak fırın yüreğimdir ve oraya giren hiçbirşey çıkamaz bir daha geriye...




11.09.2009, AÇIKGAZETE'de yayınlanmıştır.

9/04/2009

yüzü deniz kokan adam..














































Eğilip denize...
Yüzünü yıkıyor bir adam...
Deniz kokuyor elleri.
Parmaklarından kayan balıkların sarhoş gürültüsü,
getiriyor keyfini...
Yüzünü yıkıyor adam,
balık kokuyor elleri.
Bir yudum alıyor rakısından,
Ayıklıyor buzunu anılardan...
Güneş batıyor yüzünün ortasından,
Ve kimine doğuyor bir başka ülkede...
Çok da umurunda değil hani kime doğduğu..
Belli ki yorulmuş umurunda olan şeyleri beklemekten...
Biri duruyor ayaklarının dibinde,
Adam uzaklara bakıyor konuşmadan...
Ne diyecek ki hem?
O sadece yüzünü denizle yıkayan bir adam..
Demiyor birşey.
Gelen de gidiyor zaten,
Bir tek onlar kalıyor;
balıklar, martılar
ve yüzü deniz kokan O adam...