10/04/2012

b u l u ş m a


Anladın demek?
Neyi anladın?
Hem de ansızın?
Ayakta durmayı?
Yol almayı?
Yorulmayı?
Çoğalmayı?
Anladın?...

Ölümlere durmak, acıları mıhlamak, göğsünü zırhlanmak, susmak zamana, gülmek zamana, ölmek zamana... 
Anladın? 
Bunca yüzyılın, bunca okumanın, bunca adanmışlığın sebepli vazgeçilmezliğini, 
sofrada sıcak ekmek kokusunu... 
kahvaltıda çay buğusunu... 
Anladın demek...  
Bir bekçi gibi beklemedin yani yılların geçmesini, 
bilançosunu tutmadın yani yaşananların? 
Bu da geçti dedin, uyudun-uyandın-yuvarlandın, başın yastıkla, yastığın rüyalarla buluşmasını...
Anladın demek? 
Yoruldum deyince daha da uzadığını yolların 
ve takadin kalmayıncaya kadar koşmanın 
ve acılara yetmeyen - ak ak bitmeyen gözyaşların - gül gül bitmeyen kahkahaların.... 
O suyun tenle buluşmasını, 
dudaklarının o tuzla yanmasını, 
anladın demek hakkıyla gülmesini - ağlamasını? 
Buzun rakıyla saydam-beyaz, anlamın ruhla sade-saf .. buluşmasını? 
Umudun baharla, yalanın belayla... anladın?... 
Gitmelerin o sopsoğuk sindirilmiş korkaklığını, 
kavganın o gözükara saldırganlığını,  
bütün bu şeyleri şey yapan herşeyi, 
herşeyden vazgeçiren bir şeyi, 
bir şeyi herşey yapan o şeyi, 
aklının arasından sızan küçük böceği... 
Anladın demek?  
Demek anladın sevilmeyi de... sevmek gibi anladın demek? 
Demek sıcacık bir fırın gibiydi yürek, 
demek anlamlı sevmelerin mahrumiyeti hiç bir şeyle değiştirilemeyecek?  
Anladın demek? 
Demek oyalı yazmalarından anneni,  
sarı bukleli bebeklerinden kardeşini, 
demek kanamalı bisiklet düşmelerini, 
demek misketlerin toprağa açtığı çukurları ... 
Karlı kış akşamlarının kestane kokularını, 
yüzünün papatya açtığı aşklaşmaları, 
oklu üfürüklü oyunları, 
sarı serin sonbaharları, 
bir tek bakışı, 
bir tek bakışın oyuncaksız oyunlaşmalarını, 
yaşanası yılların yaşanmamış pişmanlığını, 
bir küçücük günaydının akasya ağaçlarını delirten heyecanını, 
bir dokunuşun yalan da olsa -yalanı çok geç anlayan- var olası umutlarını, 
kapı kapı dolaştıran -her ne hikmetse asla sahibine değil hep başkalarına ulaşan- duygularını...
Anladın... öyle mi?  
Yaşama iten, ittirilen, illa da yaşa dedirten, yolları aşındırdın demek?
Aşksızlığa düştün de 'ağrım yok, sızım yok, borçluyum alnımdaki çizgiye bana aşk gerek' dedin demek.
'Eller tutmazsa tutmasın, ben tutarım ellerimi, yalnız kalmasın yeter' demek?... 
'vurulmuşum öyle bir vurulmuşum ki... o büyük gün -büyük olduğunu çok sonra anladığın- aya ulaşmayı değil yanlızca sana ulaşmayı ummuşum' demek... 
Denize sarılır gibi... Neye sarıldığını bilmeden ama neyin içinde olduğunu hissettiren o büyük
o muazzam-o büyük suyun, o devasal mavinin özgürlüğüyle buluştun demek....   

Hayır... 

anladığın hiçbir şey yok.  

Geminin limanla buluşma umududur, geminin dalgalarla ortaklığı ... 
Yakayı bir araya getiren bir ilik-bir düğme değil, zarif bir boynu koruma sorumluluğu.. 
bu başka şey. 
Açın ekmekle, savaşın zaferle, etin toprakla… 
annenin çocuğuyla, yastığın öbür yastıkla, 
küçücük bir merhabanın koca bir hayatla  buluşması…başka... 
Zaman?... 
Zaman ufukta bir gemi... 
Yaklaştıkça kısalıyor mesafe, yaklaştıkça büyüyor resim…  

Aslında anladığın... hiç birşey yok?... 


Benden sonra hayat var mı?.. 
Senden sonra hayat yok... 


bu.. 

Sibel Bengü-Açıkgazete

10/04/2012

b u l u ş m a


Anladın demek?
Neyi anladın?
Hem de ansızın?
Ayakta durmayı?
Yol almayı?
Yorulmayı?
Çoğalmayı?
Anladın?...

Ölümlere durmak, acıları mıhlamak, göğsünü zırhlanmak, susmak zamana, gülmek zamana, ölmek zamana... 
Anladın? 
Bunca yüzyılın, bunca okumanın, bunca adanmışlığın sebepli vazgeçilmezliğini, 
sofrada sıcak ekmek kokusunu... 
kahvaltıda çay buğusunu... 
Anladın demek...  
Bir bekçi gibi beklemedin yani yılların geçmesini, 
bilançosunu tutmadın yani yaşananların? 
Bu da geçti dedin, uyudun-uyandın-yuvarlandın, başın yastıkla, yastığın rüyalarla buluşmasını...
Anladın demek? 
Yoruldum deyince daha da uzadığını yolların 
ve takadin kalmayıncaya kadar koşmanın 
ve acılara yetmeyen - ak ak bitmeyen gözyaşların - gül gül bitmeyen kahkahaların.... 
O suyun tenle buluşmasını, 
dudaklarının o tuzla yanmasını, 
anladın demek hakkıyla gülmesini - ağlamasını? 
Buzun rakıyla saydam-beyaz, anlamın ruhla sade-saf .. buluşmasını? 
Umudun baharla, yalanın belayla... anladın?... 
Gitmelerin o sopsoğuk sindirilmiş korkaklığını, 
kavganın o gözükara saldırganlığını,  
bütün bu şeyleri şey yapan herşeyi, 
herşeyden vazgeçiren bir şeyi, 
bir şeyi herşey yapan o şeyi, 
aklının arasından sızan küçük böceği... 
Anladın demek?  
Demek anladın sevilmeyi de... sevmek gibi anladın demek? 
Demek sıcacık bir fırın gibiydi yürek, 
demek anlamlı sevmelerin mahrumiyeti hiç bir şeyle değiştirilemeyecek?  
Anladın demek? 
Demek oyalı yazmalarından anneni,  
sarı bukleli bebeklerinden kardeşini, 
demek kanamalı bisiklet düşmelerini, 
demek misketlerin toprağa açtığı çukurları ... 
Karlı kış akşamlarının kestane kokularını, 
yüzünün papatya açtığı aşklaşmaları, 
oklu üfürüklü oyunları, 
sarı serin sonbaharları, 
bir tek bakışı, 
bir tek bakışın oyuncaksız oyunlaşmalarını, 
yaşanası yılların yaşanmamış pişmanlığını, 
bir küçücük günaydının akasya ağaçlarını delirten heyecanını, 
bir dokunuşun yalan da olsa -yalanı çok geç anlayan- var olası umutlarını, 
kapı kapı dolaştıran -her ne hikmetse asla sahibine değil hep başkalarına ulaşan- duygularını...
Anladın... öyle mi?  
Yaşama iten, ittirilen, illa da yaşa dedirten, yolları aşındırdın demek?
Aşksızlığa düştün de 'ağrım yok, sızım yok, borçluyum alnımdaki çizgiye bana aşk gerek' dedin demek.
'Eller tutmazsa tutmasın, ben tutarım ellerimi, yalnız kalmasın yeter' demek?... 
'vurulmuşum öyle bir vurulmuşum ki... o büyük gün -büyük olduğunu çok sonra anladığın- aya ulaşmayı değil yanlızca sana ulaşmayı ummuşum' demek... 
Denize sarılır gibi... Neye sarıldığını bilmeden ama neyin içinde olduğunu hissettiren o büyük
o muazzam-o büyük suyun, o devasal mavinin özgürlüğüyle buluştun demek....   

Hayır... 

anladığın hiçbir şey yok.  

Geminin limanla buluşma umududur, geminin dalgalarla ortaklığı ... 
Yakayı bir araya getiren bir ilik-bir düğme değil, zarif bir boynu koruma sorumluluğu.. 
bu başka şey. 
Açın ekmekle, savaşın zaferle, etin toprakla… 
annenin çocuğuyla, yastığın öbür yastıkla, 
küçücük bir merhabanın koca bir hayatla  buluşması…başka... 
Zaman?... 
Zaman ufukta bir gemi... 
Yaklaştıkça kısalıyor mesafe, yaklaştıkça büyüyor resim…  

Aslında anladığın... hiç birşey yok?... 


Benden sonra hayat var mı?.. 
Senden sonra hayat yok... 


bu.. 

Sibel Bengü-Açıkgazete