Gözlerinin arkasında olup bitenleri görüyorum dediğinde, şaşırmıştım... Sahi görüyor muydun bu sonbahar yalnızlığını? Ya aklımdan geçen ‘Ağustos şiiri’ni ? Uymuyordu mevsimler ruh takvimime... Onu da görüyor muydun sahiden? Yukarıda bir mehtap vardı... yani sen öyle söylemiştin. Mehtap olsa yakamoz olur demiştim... öyleyse ‘sevtap’ olsun demiştin. gülmüştük... Sen yanıma oturmuştun, aslında bütün hikaye buydu...
Soğuk muydu? Bilmem...Üşümüyordum. Kahve elimde sıcak, sen içimde buruktun. Serin bir sonbahar sabahının içine akan, 'Ağustos şiiri’ gibiydin. 'Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek' diyordu Hasan Hüseyin, 'ölümden ötesini aklım almıyor' diyordu ama yine de yüreği sızlayarak ve beterin beteri var diyerek, kederli bir son hazırlıyordu bu gidişe. Bilirsin şiirler okunsun diye yazılmaz, bir iç yarasının döküntüsüdür şiir, bir yüreğin en masum sesidir şiir. İşte bir şiir yüreğinin nar'ı-na dokunmuşsa bir kez, bu seninde meselendir bundan böyle. Dudaklarını durdurduğun ilk yerde, peşinden gelecektir istemesende... ve gelgelelim hayat... Hayat kurgudur be cancağazım şiir gibi değildir. Yaşanmamış da yaşanmış gibi yapılandır, biraz sahtetir yani anlayacağın... İsimler, mekanlar, isim benzetmeleri filan... Dokunamazsın çünkü dokunacak kadar yakın yoktur kimse... Ama sen...sen bir ‘Ağustos şiiri’nin içinde sapsarı bir sonbahardın o gece.
Ne kadar yakınlaşırsan bir insana o kadar görmez olur ya gözlerin, ne kadar düşünürsen, o kadar düş olur hani özlediğin. Hani uçan atlar ve dev aynaları dolaşır etrafında, oradan denizin köpüğüne karışır kelimeler, yok olur yokluğun, sen yok olursun hani... kaybolursun... bilir miydin? bilirdin... çünkü sen düşüncem gibiydin...
Ah beterin beteri vardı doğru... Mesela bir ay vardı o gece. Yalan değil... Ne mehtaplar görmüştüm denizi aydınlatan, apaçık ve dokunacak kadar yakın... Ama hiç biri bu puslu, bu yarım, bu incecik hilalin kısık ışığı kadar aydınlık gelmemişti bana.
Delicesine gitmek fikri yüzyılın moda şarkısıydı. O yüzden ağzıma takılmıştı. Yoksa gitmek nereye gitmek olacaktı ?... Bir kaç kadeh içki ve bir kaç sokak ötesi belki... bu deniz, bu ay, bu sonbahar, sen var oldukça, elbette ağzımdaki şarkının ismi 'gitmek' olacaktı... Bilirsin ekmeğine bir parmak bal çalınmış çocukların sevincini, İşte öyle bir şeydi yanından şımarıkça kaçmak isteği..
Yukarıda bir mehtap vardı. Yani sen öyle söylemiştin. bu mehtap değil demiştim, ‘öyleyse sevtap olsun’ demiştin... gülmüştük... Bir sonbaharın içine o an çizildin sen... Bakmadan gördüğüm cennet sokakları gibiydi gözlerin...
Önce inanmamıştım sana... sonra... sonra inandım. Hasan Hüseyin ne diye yazmışsa ‘Ağustos şiiri’ni, ben de öyle yazmışıtm bu ‘ay’ bilmecesini... bu tuhaf, bu mevsimsiz sonbahar güncesini... Aslına bakarsan... Sen yanıma oturmuştun ve bütün hikaye buydu...
Bundan böyle ne zaman puslu bir ayın gölgesinde 'bak mehtap var' diyecek olsa biri, ben seni hatırlayacaktım... Hayır diyecektim. Gülecektim. O ‘mehtap’ değil... O ‘sevtap’... İsmini vermeyecektim. O ‘sensin’ demeyecektim. Yine uymayacaktı ruh tahvimime hiç bir mevsim. Gözlerimin arkasında olup biteni görmeyecektin o vakit. Sımsıkı tutunacaktın aklıma ama... sen onu da bilmeyecektin. Yine kar yağacaktı, yine yağmur, yine güneş açacaktı, yine ay doğacaktı senden sonra... sonra unutacaktım... ama ‘Ağustos şiiri'...ve o malum ‘ay'... ve güzel ismin... hep seni hatırlatacaktı bana...
Oysa sadece yanıma oturmuştun ve bütün hikaye buydu ...
sibelbengu@yahoo.com
Subject: AY bilmecesi...
http://www.acikgazete.com/?newsid=13302
Messge: