3/11/2008

Sadece bakmasak olmaz mı?

Gökkuşağından kaysak,
bulutlara uzansak, 
yıldızlara dokunsak, 
kuşlar gibi özgür uçsak, 
Saint-Exupéry’nin Küçük Prens‘indeki şu tuhaf gezegeni komşu kapısı yapsak..
olmaz mı?

Yani sadece bakmasak?..

Yuvarlanan misketler gibi toprakta dağılsak dağılsak, bir küçük çocuğun parmaklarında tekrar birleşsek olmaz mı? Su bulutu olsak baharlarda ve sızım sızım yağsak yollara, Galata’ya, Küçüksu’ya, Moda’ya... bir sevgilinin parmaklarına düşsek, o parmaklar uzanıp o dudaklara dokunsa, onu sustursa ve siz sadece yağıp geçmediğinizi, bu dokunmayla ne çok şeyi değiştirebileceğinizi anlasanız olmaz mı?...

Bir kelebek olsak, koca çınarın üstünden yıllarca çıkmamacasına kazınan kalbe konsak.. olmaz mı? Kızmasak, küsmesek, ayağımız tökezlemese... Düşmesek, kırılmasak, hastalanmasak, suçlamasak başkalarını... Kendimizi görebilsek, kandırılmadan yaşanabileceğini öğrenebilsek, savaşlar olmasa ve hiçbir anne oğlundan ayrılmasa, beklentilerle ömür tüketmesek, tek bir doğruda buluşmak adına birbirimizi yemesek, randevu anlarında - asansörde - patronun yanında -flörtlerde kasılmasak, bir avuç leblebi için kavga eden ülkelerden olmasak, sarılmayı adettendir diye değil de özlemlerimizi dindiren bir kavrayış olarak görsek olmaz mı?

Yapamadıklarımızdan pişman olmamak için kapılarımızı sonuna kadar açsak, yani sadece aralamasak yahut perdenin arkasından bakmasak... O son kapı da kendimizi açıklanamaz bulmasak olmaz mı?

Bir de en mühimi; şu gözlerini değdirdiğin o gözlerden uzaklaşabilmeyi ancak ve ancak yağmurlu bir fırtına anına denk getirmesen… Gözyaşlarına uzansan, omuzuna dokunsan, kör kuyularda ve açık denizlerde yapayalnız , ipsiz dümensiz bırakmasan olmaz mı ? Yani sadece bakmasan olmaz mı? O bir türlü anlatamadığın, kelimelerin ve mısraların yakınlaştığı ve fakat asla yetmediği tek şey bu bakış olamaz mı?

Hızlı hızlı düşünüp sindire sindire yaşanan öğrencilik günlerimden birinde; Müşfik Kenter’in sesi yankılanıyordu bir Orhan Veli şiirinde. Ve ancak şimdi, şu anda yerini buluyordu kelimeler…

Orta yaşın dantesinde, bedenini toprağa emanet eden bir adamın ölümsüz şairliğinde…


Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

Herşeyi söylemenin hakikaten mümkün olduğu bir yer var mı Orhan Veli? Orada sadece bakmadan da yaşanabilir mi? Bakmadan yaşamak sonradan da öğrenilebilir mi?

Nazım Hikmet, Abidin Dino’dan mutluluğun resmini istiyordu. Ben de herşeyi söyleyebilmenin mümkün olduğu o yerin adresini istiyorum senden. Diyeceksin ki anlatabilseydim ‘anlatamıyorum’ demezdim zaten. Anlatma kabul, kulağıma fısılda, bu kadar erken ölmeyi göze alabildiğine göre bildiğin bir şey var gittiğin yerde.

Hadi söyle bakmadan sadece yaşamak için yaşanan yer nerede?

Hiç yorum yok:

3/11/2008

Sadece bakmasak olmaz mı?

Gökkuşağından kaysak,
bulutlara uzansak, 
yıldızlara dokunsak, 
kuşlar gibi özgür uçsak, 
Saint-Exupéry’nin Küçük Prens‘indeki şu tuhaf gezegeni komşu kapısı yapsak..
olmaz mı?

Yani sadece bakmasak?..

Yuvarlanan misketler gibi toprakta dağılsak dağılsak, bir küçük çocuğun parmaklarında tekrar birleşsek olmaz mı? Su bulutu olsak baharlarda ve sızım sızım yağsak yollara, Galata’ya, Küçüksu’ya, Moda’ya... bir sevgilinin parmaklarına düşsek, o parmaklar uzanıp o dudaklara dokunsa, onu sustursa ve siz sadece yağıp geçmediğinizi, bu dokunmayla ne çok şeyi değiştirebileceğinizi anlasanız olmaz mı?...

Bir kelebek olsak, koca çınarın üstünden yıllarca çıkmamacasına kazınan kalbe konsak.. olmaz mı? Kızmasak, küsmesek, ayağımız tökezlemese... Düşmesek, kırılmasak, hastalanmasak, suçlamasak başkalarını... Kendimizi görebilsek, kandırılmadan yaşanabileceğini öğrenebilsek, savaşlar olmasa ve hiçbir anne oğlundan ayrılmasa, beklentilerle ömür tüketmesek, tek bir doğruda buluşmak adına birbirimizi yemesek, randevu anlarında - asansörde - patronun yanında -flörtlerde kasılmasak, bir avuç leblebi için kavga eden ülkelerden olmasak, sarılmayı adettendir diye değil de özlemlerimizi dindiren bir kavrayış olarak görsek olmaz mı?

Yapamadıklarımızdan pişman olmamak için kapılarımızı sonuna kadar açsak, yani sadece aralamasak yahut perdenin arkasından bakmasak... O son kapı da kendimizi açıklanamaz bulmasak olmaz mı?

Bir de en mühimi; şu gözlerini değdirdiğin o gözlerden uzaklaşabilmeyi ancak ve ancak yağmurlu bir fırtına anına denk getirmesen… Gözyaşlarına uzansan, omuzuna dokunsan, kör kuyularda ve açık denizlerde yapayalnız , ipsiz dümensiz bırakmasan olmaz mı ? Yani sadece bakmasan olmaz mı? O bir türlü anlatamadığın, kelimelerin ve mısraların yakınlaştığı ve fakat asla yetmediği tek şey bu bakış olamaz mı?

Hızlı hızlı düşünüp sindire sindire yaşanan öğrencilik günlerimden birinde; Müşfik Kenter’in sesi yankılanıyordu bir Orhan Veli şiirinde. Ve ancak şimdi, şu anda yerini buluyordu kelimeler…

Orta yaşın dantesinde, bedenini toprağa emanet eden bir adamın ölümsüz şairliğinde…


Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

Herşeyi söylemenin hakikaten mümkün olduğu bir yer var mı Orhan Veli? Orada sadece bakmadan da yaşanabilir mi? Bakmadan yaşamak sonradan da öğrenilebilir mi?

Nazım Hikmet, Abidin Dino’dan mutluluğun resmini istiyordu. Ben de herşeyi söyleyebilmenin mümkün olduğu o yerin adresini istiyorum senden. Diyeceksin ki anlatabilseydim ‘anlatamıyorum’ demezdim zaten. Anlatma kabul, kulağıma fısılda, bu kadar erken ölmeyi göze alabildiğine göre bildiğin bir şey var gittiğin yerde.

Hadi söyle bakmadan sadece yaşamak için yaşanan yer nerede?

Hiç yorum yok: