10/08/2008

Kader diye bir şey..

Yol üstü, deniz üstü, ev içi, kapalı perde... Yağmurdu, denizdi, belki bir parça ballı lokma tatlısıydı hayat... Sırdı belki , düştü, sanaldı, yoktu bile hatta... belki yaşayamadıklarımızdı, belki sadece görmek istediklerimiz... İstanbul’du, Bolu dağı’ydı, Gümüşlük’tü... Yollarda evsiz bir deli, kapılarda asma kilitdi. Çok yoldu, uzun yoldu, dönülmez yoldu, dinledik mi kimseyi?.. Döneceğimizi hesaba katmadan, pazarlık yapmadan huysuzluğumuzla, yine de hep dolu gördük bardağın yarısını.

Çok sevdik... ölüyoruz sandık. Çünkü ne kadar çok seversek o kadar insandık... Çünkü ne kadar çok ölürsek o kadar çok doğardık... Bir yağmur günü sabahı fırlatıp elimizden anahtarı çantayı, koşa koşa bir duvarın dibine atladık. Duvar dedik, ‘eğer sen kader gibi birşeysen, biz bu güçsüzlüğümüzle bile yıkabiliriz seni, içimizde senden öyle çokları var ki... ruhumuz ördü onları tek tek, kimse duramaz karşısında sen bile. Şimdi çekil yolumuzdan, istersek eğer ne sensin yıkıp geçemeyeceğimiz, ne yollar, ne köprüler’. Kendimizi ikna etmenin başka yolu var mıydı?

Soğuklara, sıcaklara, kuşkulara, sancılara aldırmadık. Sağımızda sağ omzumuz, parmağımızda tek taş yalnızlığımız, yeniden başladık. Çok yürüdük. Hayat bizi heybesinde taşıdığını sandı yıllarca, oysa bizdik hayatı taşıyan bütün ağırlığınca... Çok üzüldük, çok yorulduk.. her başlangıcı kendimiz seçtik.. ya da biz öyle sandık.. Kendimizi ikna etmenin başka yolu var mıydı? Kader biraz da zaman mıydı?

Çok ıslandık yağmurlarda.. Ve takılı kaldı gözlerimiz bir çift bakışa... durduk seyrettik... seyrettik.. dinledik... bekledik... aklımız firar etti otobanlarda, bütün yeşil ışıklar serildi yolumuza... İçinde çocukluğumuzun yazlık sinemaları vardı. Tarık Akanlar, Filiz Akınlar, Türkan Şoraylar, Hulusi Kentmenler... 'Rica ederim bu bahsi kapatalım beyler' vardı... kapadık... Sonra kör olduk.. ölüyoruz sandık... bunların hepsini biz yaşadık... tek bir hayatta defalarca ölüp defalarca yaşlandık. çünkü kötülük yapan kötülük bulurdu.. ve yine çünkü iyiler daima kazanırdı... Afilli bir 'Son' yazısından sonra kendi filmimizin perdesinde kaderimize tek rollük bir hayat biçmek içindi bütün herşey. Bir Filiz Akın yahut Tarık Akan olmayı hiç başaramadık, çünkü ironik bir senaryonun rolünü hiç bir zaman hakkıyla oynamadık.. Susuzluğumuzu dinlememişiz biz, suyumuzu susuzluğunu gördüklerimize vermişiz.. Kendimizi ikna etmenin başka yolu var mıydı? Kader biraz da aşk mıydı?

Yolun sonunda yoksa bekleyen biri, geri döndüğünüzde sessiz bir duvar karşılar sizi. Bütün marifet o duvara anlatabilmektir derdinizi. Ya çok gitmeyin derim ben, cesaretiniz yoksa dönmek için geri yahut gittiyseniz de kalmasını bilin SON yazıncaya kadar tek filmlik ömrünüzün inmeden son perdesi. Ancak şunu da bilin ki 'Kader' diye bir şey var... zaman mı, duvar mı, yollar mı kestiremediğim.... Her ne yapıyorsanız yapın bir gün karşısında bulacaksınız kendinizi.

Hiç yorum yok:

10/08/2008

Kader diye bir şey..

Yol üstü, deniz üstü, ev içi, kapalı perde... Yağmurdu, denizdi, belki bir parça ballı lokma tatlısıydı hayat... Sırdı belki , düştü, sanaldı, yoktu bile hatta... belki yaşayamadıklarımızdı, belki sadece görmek istediklerimiz... İstanbul’du, Bolu dağı’ydı, Gümüşlük’tü... Yollarda evsiz bir deli, kapılarda asma kilitdi. Çok yoldu, uzun yoldu, dönülmez yoldu, dinledik mi kimseyi?.. Döneceğimizi hesaba katmadan, pazarlık yapmadan huysuzluğumuzla, yine de hep dolu gördük bardağın yarısını.

Çok sevdik... ölüyoruz sandık. Çünkü ne kadar çok seversek o kadar insandık... Çünkü ne kadar çok ölürsek o kadar çok doğardık... Bir yağmur günü sabahı fırlatıp elimizden anahtarı çantayı, koşa koşa bir duvarın dibine atladık. Duvar dedik, ‘eğer sen kader gibi birşeysen, biz bu güçsüzlüğümüzle bile yıkabiliriz seni, içimizde senden öyle çokları var ki... ruhumuz ördü onları tek tek, kimse duramaz karşısında sen bile. Şimdi çekil yolumuzdan, istersek eğer ne sensin yıkıp geçemeyeceğimiz, ne yollar, ne köprüler’. Kendimizi ikna etmenin başka yolu var mıydı?

Soğuklara, sıcaklara, kuşkulara, sancılara aldırmadık. Sağımızda sağ omzumuz, parmağımızda tek taş yalnızlığımız, yeniden başladık. Çok yürüdük. Hayat bizi heybesinde taşıdığını sandı yıllarca, oysa bizdik hayatı taşıyan bütün ağırlığınca... Çok üzüldük, çok yorulduk.. her başlangıcı kendimiz seçtik.. ya da biz öyle sandık.. Kendimizi ikna etmenin başka yolu var mıydı? Kader biraz da zaman mıydı?

Çok ıslandık yağmurlarda.. Ve takılı kaldı gözlerimiz bir çift bakışa... durduk seyrettik... seyrettik.. dinledik... bekledik... aklımız firar etti otobanlarda, bütün yeşil ışıklar serildi yolumuza... İçinde çocukluğumuzun yazlık sinemaları vardı. Tarık Akanlar, Filiz Akınlar, Türkan Şoraylar, Hulusi Kentmenler... 'Rica ederim bu bahsi kapatalım beyler' vardı... kapadık... Sonra kör olduk.. ölüyoruz sandık... bunların hepsini biz yaşadık... tek bir hayatta defalarca ölüp defalarca yaşlandık. çünkü kötülük yapan kötülük bulurdu.. ve yine çünkü iyiler daima kazanırdı... Afilli bir 'Son' yazısından sonra kendi filmimizin perdesinde kaderimize tek rollük bir hayat biçmek içindi bütün herşey. Bir Filiz Akın yahut Tarık Akan olmayı hiç başaramadık, çünkü ironik bir senaryonun rolünü hiç bir zaman hakkıyla oynamadık.. Susuzluğumuzu dinlememişiz biz, suyumuzu susuzluğunu gördüklerimize vermişiz.. Kendimizi ikna etmenin başka yolu var mıydı? Kader biraz da aşk mıydı?

Yolun sonunda yoksa bekleyen biri, geri döndüğünüzde sessiz bir duvar karşılar sizi. Bütün marifet o duvara anlatabilmektir derdinizi. Ya çok gitmeyin derim ben, cesaretiniz yoksa dönmek için geri yahut gittiyseniz de kalmasını bilin SON yazıncaya kadar tek filmlik ömrünüzün inmeden son perdesi. Ancak şunu da bilin ki 'Kader' diye bir şey var... zaman mı, duvar mı, yollar mı kestiremediğim.... Her ne yapıyorsanız yapın bir gün karşısında bulacaksınız kendinizi.

Hiç yorum yok: