11/19/2009
11/03/2009
Buharlı tren
10/27/2009
Bir söz ver, ne olursa olsun...
Belki de o kadar yakın..
Kim kime söz verebilmiş sonsuza dek?
Söz verenler yalancı, vermeyenler uyanık mı?
İki kaş iki göz iki kol mudur tutan insanı,
bu yüzden mi sever bir insan başka bir insanı?
Gözü üstünde kaş var diye de gitmez mi,
gitmek istediği zaman canı?..
Kimin kime olur nasihatı,
görmüyorsa sözün arkasını?
Kimbilir "dışarısı seni yakar içerisi beni"yi,
içeriden çınardır da dışarıdan kavak görünür kimileri?
Kimbilir uçurumdan kurtulmayı,
bilmiyorsa özgürce uçmayı?
Çoğula karışmamışsa, tekile alışmamışsa,
nereden bilir varlığı yokluğu?
İnsan ne zaman gider delirmeye,
nerededir ipin ucu?
Kim bilebilir yaşarken taşlaşmayı,
ve kim iddia edebilir taşın rüzgardan korkmadığını?
Kim kime tarif edebilir açlığı,
açlığı ekmeğe midir kimbilir vicdana mı?
Niye taraf olunur bir savaşta,
güç müdür yoksa inanç mıdır sürükleyen insanı?
Ne uğruna ölür insan?
Ne uğruna yaşar?
Ne için sever?
Ne için kaçar?
Deliğinden de zıvanadan da çıkaran bir yılanı,
bir sözün sonsuza dek sürme ihtimali olamaz mı?
Kimbilir...
Umuda zaman gerek
ya da
şimdi tam zamanı...
27.10.2009 AÇIKGAZETE'de yayınlanmıştır.
10/14/2009
Tentürdiyot
Müthiş bitişler ve başlangıçlar için...
Her başlangıçta bitişi de göze alabilmen için...
Yaşama sevincinin kan kaybetme riskine karşılık,
Yürüyen kıymıklar yüreğine saplanıp hançerleşmesin...
Bir gün...
Küf kokulu çekmelecelerden ve rutubetli tavan aralarında kendini ararsan eğer...
Kahverengi şişeyi görüp şaşırma sakın...
İçindeki çocuğu bunca zaman onunla bastırdığın için...
Yıpranmamış anıların canlanması için...
Soğumaya bırakılan kelimelerin konuşması için...
Kabuk bağlayan yaraların iyileşmesi için... Sür...
Bir gün...
Şarkılar teğet geçmiş...
Kuşların bile uçması değişmiş,
Aşinalık kaybolmuş,
dilin susmaktan yorulmuş,
gelenler gitmiş, kalanlar yabancılaşmış,
duygular kiralık, ruhlar satılık olmuşsa birden...
Ve şaşırmanın artık lüks olduğu yaşlarda,
sen bile şaşırmadığına şaşırıyorken... Sür...
Bir gün...
Bir de bakacaksın bir dalda pek çok filiz,
gel gör ki meyveden vaz geçeceksin bir tek ışık için...
Dilinin döndüğü yerde aşkı ehlileştirmek için...
İyi ki varsın diyebilmek,
Seni seviyorum'u duyabilmek için...
Süreceksen bunun için süreceksin.
Bir umut...
İyileşirsen allah kerim,
iyileşmezsen benden bilirsin...
Ve O gün...
Benden bir ses çıkmıyorsa eğer...
Bil ki öldüğüm için...
İşte o zaman sür be o zaman sür asıl...
başkasından medet ummamak için.
Ölmesem bırakır mıyım seni iki gramlık koyu tentürdiyota... Sür...
9/18/2009
Anne kurabiyesi
Hani böyle tereyağlı olur da, kıyım kıyım erir ağızda... Topluluk arasında 'un kurabiyesi' derler, aile içindeyse en taktir görür kurabiyedir, asıl ismi 'Anne Kurabiyesi'...
Çocukluğumun kurabiyelerinin tuhaf bir tadı vardır ağzımı buran. O kurabiyeler ki sonradan marka oldular lüks pastanelerde, onlarda güzel ama aile kavramımın gelişmesine yardımcı olan kurabiyelerin yerini hiç bir zaman dolduramadılar, ne de olsa ilk imza anneme ait. Şimdikilerin içinde evde yapılamamış olmanın serzenişi var sanki, ruhu mu yok ne? Keşke annem yanımda olsa da anne evi gibi koksa evim dediğim çok olur. Sahici gelir anne kurabiyelerim şimdiki marka kurabiyelerin yanında... ve sahici bir ev olur evim o kurabiye kokusuyla.
Zarif bir kokusu vardır bu anne kurabiyesinin. Üstü asla şekerlenmeyen pudra şekerinin homojen dağılımı, bana tertipli bir hayatın müjdesi gibi gelir. Öyle pürüzsüz, öyle baştan çıkarıcıdır ki... O masum görüntüyü şeytani bir arzuyla mideye göndermek için çırpınırsınız. Eğer çocukluğunuzun mutfağında fırından yeni çıkmış bir un kurabiyesini tepsiden aşırma hikayesi yoksa kuşkusuz bu anlattığım size hiç de tanıdık gelmeyecek... Çünkü şimdiki olgunluğumuzun sırrı, çocukluğumuzun üzerine sinen güzel anların içinde gizlidir ve o anılarla damıtılan çocukluğumuz, bizi anne huzurunu özlemeye itekler yaşımız alıp başını gittikçe...
Ben özlerim kurabiyeyi, 'Onu' özler gibi.. ‘O’ halis muhlis ev yapımı bir kurabiye gibidir. Masumca aşırdığım kurabiyenin şımarık tadı yapışır dudaklarıma onunla her karşılaşmamda... ağzım kamaşır... Öyle huzur dolu ve öyle de adrenalin yüklüdür şu hiçbirşey sandığınız kurabiye benim hayatımda. Bir yağmur günü, büyük pencereden yansıyan İstanbul manzarası ani bir hareketle dağılıverir... İstanbul İstanbul olur koşarken ben mutfağa, evim ev olur... Sanki yalnız değilmişim gibi olur... Memleketini, annesini, sevdiğini özleyenler bunu bilir...
İşte o zaman usulca çıkarıp fırın tepsinini yerinden, kardığım hamuru küçük küçük parçalara ayırırım.. tek tek dizerim yağladığım tepsiye... ve itinayla koyarım sıcak fırının içine...
O sıcak fırın yüreğimdir ve oraya giren hiçbirşey çıkamaz bir daha geriye...
9/04/2009
yüzü deniz kokan adam..
8/20/2009
Bilmen lazım...
Bilmen lâzım, kaşını gözünü itinayla boyamayı...
İsminin hakkını verip ayakta durmayı...
Göle maya çalacak kadar muzip
ama tutmayacağını bilecek kadar da aklını kullanmayı...
Bilmen lâzım, hedefini doğru seçip ıskalamamayı...
Ve koruman gerektiğini soyadının itibarını...
Yoksa köy yollarında Ferrari kullanmaya benzer hayat,
baştan eğreti çizdiysen kalbinin güzergahını.
Büyümek birden bire bastıran yağmur gibi
hazırlıksız yakalayıverir insanı.
Önemini yitirir bir yerden sonra durduğun konumun
enlemselliği, boylamsallığı.
O saatten sonra git bir sahil köyünde balıkçı ol istersen,
soyamadıktan sonra neye yarar, yüregine kazınan pişmanlıkları?
Öğrenmen lâzım, nasıl anlatır bir insan karşındakine meramını?
Duygularına gem vurduğunda, daha mı derin yaralar aşk?
Ay’a gitmek mümkün, ya peki orada yaşama olasılığı?
Değer verdiğin sürece herşey anlamlı,
kurşun döktürmekle geri gelmiyor yaşama sabrı...
Hayat bazen sıradan bir sandöviçin içindeki
küçücük turşu parçasının sirkesinde saklı...
Bilmen lâzım canım yaşamayı bilmen lâzım...
Yoksa insan olmanın kalmıyor bir anlamı.
8/11/2009
6/12/2009
seninle aramızda...
Seninle aramızda
çizilmemiş kader,
aşılmamış kilometreler …
Seninle aramızda
haritasız coğrafya,
keşfedilmemiş kıt'alar…
Seninle suçsuz suç,
Seninle kanunsuz güç,
Seninle…
Ense kökümde ümit,
baharlanacak kadar hür.
Ve bu yaşadığımız,
seninle en güzel akşam üstüdür.
Ve seninle…
yeşillenen her bakışma,
beyaza döner her martılaşma.
yirmibin fersah deniz altında
seninle en ihtişamlı vurgundur.
Seninle hayat...
müsfettesiz hazırlanma,
çölde baharlaşma,
ayrı noktalardan bir araya,
buluşma yolculuğudur.
Seninle aramız…
Göze biriken bir damla yaşta,
anlam dolu her kavuşmada,
acının ve kederin isyanında,
geceyi sabah yapan aydınlığında,
eşiksiz bir kapı aralığında,
bekleme özgürlüğüdür.
Seninle biz…
Zeytin ağaçları, üzüm bağlarıyız…
tek tohumdan filiz veren
İki zeytin dalıyız.
Yüzlerimiz…
Güllük gülistanlık.
Seninle biz…
Yağacak diye beklenen,
iki yağmur bulutuyuz...
İkindide bir kahve içimiyiz.
Seninle biz aynı kadehte demlenen,
Seninle biz rakı şişesinde güzelleşen
ve oynadıkça birbirine değen
iki balık gibiyiz…
Seninle biz…
Dağlar tepeler sapaklar,
tıngır mıngır otobüs yolculukları,
bas gaza ehliyet suçları,
uykusuz gece kaçışları,
sabah nergis kokulu kahvaltı masaları,
akşam midye dolmalı rakı sofraları...
Seninle dönülmez akşamın ufkundan
dönülmenin hazzına varılan
upuzun bir günaydınız …
Seninle aramızı yapan
şişenin dibindeki balık değil,
şişenin dibini görmeden
gözlerimizde oynayan balıktır.
Seninle bir erkek bir dişi iki kuşun,
daldaki yuvaya yanyana konuşudur.
Hayır sadece kuşlarda yoktur bu,
hayır sadece kırlar bayırlar değildir özgür.
Yollar, kader, kilometreler, sen...
pek çok şeydir şahidi seninle aramızın...
İşte bu yüzden işte...
Sadece yediğimiz içtiğimiz değil,
sevdiğimiz güldüğümüz nefes aldığımız...
seninle aynı plakta dönmektir en güzeli
hesapsız kitapsız…
4/28/2009
2/13/2009
KİTAP DUYURUSU
Sibel Bengü'nün ilk kitabı 'Aşk Var mı Aşk?' kitapçılarda...
Epsilon Yayınevi'nden çıkan kitap internetten de alınabilecek.
Tabii ki aşk var...
Bu yüzden bütün Ali-ler Ayşe-leri sever, Ayşe-ler de Ali-leri...
Bütün bu ağaçlar boşuna yontulmadı.
Ve yüzyıllar boyu hiçbir aşk boşuna yaşanmadı...
Sibel Bengü
Yazarı : Sibel Bengü
Fiyatı : 13.00 YTL
Editör : Meltem Erkmen
Basım Yeri / Tarihi : İstanbul / Şubat 2009
Barkod : 9789944821308
ISBN : 9944-821-30-8
Sayfa Sayısı : 111
Boyutları : 160 x 230
Kapak Cinsi : Normal Kapak
http://www.epsilonyayinevi.com/pgs/prd/prd_det.asp?fr_recid=5033773
http://www.acikgazete.com/?newsid=25991&category=3
http://www.izmirizmir.net/bilesenler/haberler/haber.php?haber_no=1959
İnternet sipariş adresi: http://www.epsilonyayinevi.com/pgs/prd/prd_det.asp?fr_recid=5033773
2/04/2009
SERGİ DUYURUSU
11/19/2009
11/03/2009
Buharlı tren
10/27/2009
Bir söz ver, ne olursa olsun...
Belki de o kadar yakın..
Kim kime söz verebilmiş sonsuza dek?
Söz verenler yalancı, vermeyenler uyanık mı?
İki kaş iki göz iki kol mudur tutan insanı,
bu yüzden mi sever bir insan başka bir insanı?
Gözü üstünde kaş var diye de gitmez mi,
gitmek istediği zaman canı?..
Kimin kime olur nasihatı,
görmüyorsa sözün arkasını?
Kimbilir "dışarısı seni yakar içerisi beni"yi,
içeriden çınardır da dışarıdan kavak görünür kimileri?
Kimbilir uçurumdan kurtulmayı,
bilmiyorsa özgürce uçmayı?
Çoğula karışmamışsa, tekile alışmamışsa,
nereden bilir varlığı yokluğu?
İnsan ne zaman gider delirmeye,
nerededir ipin ucu?
Kim bilebilir yaşarken taşlaşmayı,
ve kim iddia edebilir taşın rüzgardan korkmadığını?
Kim kime tarif edebilir açlığı,
açlığı ekmeğe midir kimbilir vicdana mı?
Niye taraf olunur bir savaşta,
güç müdür yoksa inanç mıdır sürükleyen insanı?
Ne uğruna ölür insan?
Ne uğruna yaşar?
Ne için sever?
Ne için kaçar?
Deliğinden de zıvanadan da çıkaran bir yılanı,
bir sözün sonsuza dek sürme ihtimali olamaz mı?
Kimbilir...
Umuda zaman gerek
ya da
şimdi tam zamanı...
27.10.2009 AÇIKGAZETE'de yayınlanmıştır.
10/14/2009
Tentürdiyot
Müthiş bitişler ve başlangıçlar için...
Her başlangıçta bitişi de göze alabilmen için...
Yaşama sevincinin kan kaybetme riskine karşılık,
Yürüyen kıymıklar yüreğine saplanıp hançerleşmesin...
Bir gün...
Küf kokulu çekmelecelerden ve rutubetli tavan aralarında kendini ararsan eğer...
Kahverengi şişeyi görüp şaşırma sakın...
İçindeki çocuğu bunca zaman onunla bastırdığın için...
Yıpranmamış anıların canlanması için...
Soğumaya bırakılan kelimelerin konuşması için...
Kabuk bağlayan yaraların iyileşmesi için... Sür...
Bir gün...
Şarkılar teğet geçmiş...
Kuşların bile uçması değişmiş,
Aşinalık kaybolmuş,
dilin susmaktan yorulmuş,
gelenler gitmiş, kalanlar yabancılaşmış,
duygular kiralık, ruhlar satılık olmuşsa birden...
Ve şaşırmanın artık lüks olduğu yaşlarda,
sen bile şaşırmadığına şaşırıyorken... Sür...
Bir gün...
Bir de bakacaksın bir dalda pek çok filiz,
gel gör ki meyveden vaz geçeceksin bir tek ışık için...
Dilinin döndüğü yerde aşkı ehlileştirmek için...
İyi ki varsın diyebilmek,
Seni seviyorum'u duyabilmek için...
Süreceksen bunun için süreceksin.
Bir umut...
İyileşirsen allah kerim,
iyileşmezsen benden bilirsin...
Ve O gün...
Benden bir ses çıkmıyorsa eğer...
Bil ki öldüğüm için...
İşte o zaman sür be o zaman sür asıl...
başkasından medet ummamak için.
Ölmesem bırakır mıyım seni iki gramlık koyu tentürdiyota... Sür...
9/18/2009
Anne kurabiyesi
Hani böyle tereyağlı olur da, kıyım kıyım erir ağızda... Topluluk arasında 'un kurabiyesi' derler, aile içindeyse en taktir görür kurabiyedir, asıl ismi 'Anne Kurabiyesi'...
Çocukluğumun kurabiyelerinin tuhaf bir tadı vardır ağzımı buran. O kurabiyeler ki sonradan marka oldular lüks pastanelerde, onlarda güzel ama aile kavramımın gelişmesine yardımcı olan kurabiyelerin yerini hiç bir zaman dolduramadılar, ne de olsa ilk imza anneme ait. Şimdikilerin içinde evde yapılamamış olmanın serzenişi var sanki, ruhu mu yok ne? Keşke annem yanımda olsa da anne evi gibi koksa evim dediğim çok olur. Sahici gelir anne kurabiyelerim şimdiki marka kurabiyelerin yanında... ve sahici bir ev olur evim o kurabiye kokusuyla.
Zarif bir kokusu vardır bu anne kurabiyesinin. Üstü asla şekerlenmeyen pudra şekerinin homojen dağılımı, bana tertipli bir hayatın müjdesi gibi gelir. Öyle pürüzsüz, öyle baştan çıkarıcıdır ki... O masum görüntüyü şeytani bir arzuyla mideye göndermek için çırpınırsınız. Eğer çocukluğunuzun mutfağında fırından yeni çıkmış bir un kurabiyesini tepsiden aşırma hikayesi yoksa kuşkusuz bu anlattığım size hiç de tanıdık gelmeyecek... Çünkü şimdiki olgunluğumuzun sırrı, çocukluğumuzun üzerine sinen güzel anların içinde gizlidir ve o anılarla damıtılan çocukluğumuz, bizi anne huzurunu özlemeye itekler yaşımız alıp başını gittikçe...
Ben özlerim kurabiyeyi, 'Onu' özler gibi.. ‘O’ halis muhlis ev yapımı bir kurabiye gibidir. Masumca aşırdığım kurabiyenin şımarık tadı yapışır dudaklarıma onunla her karşılaşmamda... ağzım kamaşır... Öyle huzur dolu ve öyle de adrenalin yüklüdür şu hiçbirşey sandığınız kurabiye benim hayatımda. Bir yağmur günü, büyük pencereden yansıyan İstanbul manzarası ani bir hareketle dağılıverir... İstanbul İstanbul olur koşarken ben mutfağa, evim ev olur... Sanki yalnız değilmişim gibi olur... Memleketini, annesini, sevdiğini özleyenler bunu bilir...
İşte o zaman usulca çıkarıp fırın tepsinini yerinden, kardığım hamuru küçük küçük parçalara ayırırım.. tek tek dizerim yağladığım tepsiye... ve itinayla koyarım sıcak fırının içine...
O sıcak fırın yüreğimdir ve oraya giren hiçbirşey çıkamaz bir daha geriye...
9/04/2009
yüzü deniz kokan adam..
8/20/2009
Bilmen lazım...
Bilmen lâzım, kaşını gözünü itinayla boyamayı...
İsminin hakkını verip ayakta durmayı...
Göle maya çalacak kadar muzip
ama tutmayacağını bilecek kadar da aklını kullanmayı...
Bilmen lâzım, hedefini doğru seçip ıskalamamayı...
Ve koruman gerektiğini soyadının itibarını...
Yoksa köy yollarında Ferrari kullanmaya benzer hayat,
baştan eğreti çizdiysen kalbinin güzergahını.
Büyümek birden bire bastıran yağmur gibi
hazırlıksız yakalayıverir insanı.
Önemini yitirir bir yerden sonra durduğun konumun
enlemselliği, boylamsallığı.
O saatten sonra git bir sahil köyünde balıkçı ol istersen,
soyamadıktan sonra neye yarar, yüregine kazınan pişmanlıkları?
Öğrenmen lâzım, nasıl anlatır bir insan karşındakine meramını?
Duygularına gem vurduğunda, daha mı derin yaralar aşk?
Ay’a gitmek mümkün, ya peki orada yaşama olasılığı?
Değer verdiğin sürece herşey anlamlı,
kurşun döktürmekle geri gelmiyor yaşama sabrı...
Hayat bazen sıradan bir sandöviçin içindeki
küçücük turşu parçasının sirkesinde saklı...
Bilmen lâzım canım yaşamayı bilmen lâzım...
Yoksa insan olmanın kalmıyor bir anlamı.
8/11/2009
6/12/2009
seninle aramızda...
Seninle aramızda
çizilmemiş kader,
aşılmamış kilometreler …
Seninle aramızda
haritasız coğrafya,
keşfedilmemiş kıt'alar…
Seninle suçsuz suç,
Seninle kanunsuz güç,
Seninle…
Ense kökümde ümit,
baharlanacak kadar hür.
Ve bu yaşadığımız,
seninle en güzel akşam üstüdür.
Ve seninle…
yeşillenen her bakışma,
beyaza döner her martılaşma.
yirmibin fersah deniz altında
seninle en ihtişamlı vurgundur.
Seninle hayat...
müsfettesiz hazırlanma,
çölde baharlaşma,
ayrı noktalardan bir araya,
buluşma yolculuğudur.
Seninle aramız…
Göze biriken bir damla yaşta,
anlam dolu her kavuşmada,
acının ve kederin isyanında,
geceyi sabah yapan aydınlığında,
eşiksiz bir kapı aralığında,
bekleme özgürlüğüdür.
Seninle biz…
Zeytin ağaçları, üzüm bağlarıyız…
tek tohumdan filiz veren
İki zeytin dalıyız.
Yüzlerimiz…
Güllük gülistanlık.
Seninle biz…
Yağacak diye beklenen,
iki yağmur bulutuyuz...
İkindide bir kahve içimiyiz.
Seninle biz aynı kadehte demlenen,
Seninle biz rakı şişesinde güzelleşen
ve oynadıkça birbirine değen
iki balık gibiyiz…
Seninle biz…
Dağlar tepeler sapaklar,
tıngır mıngır otobüs yolculukları,
bas gaza ehliyet suçları,
uykusuz gece kaçışları,
sabah nergis kokulu kahvaltı masaları,
akşam midye dolmalı rakı sofraları...
Seninle dönülmez akşamın ufkundan
dönülmenin hazzına varılan
upuzun bir günaydınız …
Seninle aramızı yapan
şişenin dibindeki balık değil,
şişenin dibini görmeden
gözlerimizde oynayan balıktır.
Seninle bir erkek bir dişi iki kuşun,
daldaki yuvaya yanyana konuşudur.
Hayır sadece kuşlarda yoktur bu,
hayır sadece kırlar bayırlar değildir özgür.
Yollar, kader, kilometreler, sen...
pek çok şeydir şahidi seninle aramızın...
İşte bu yüzden işte...
Sadece yediğimiz içtiğimiz değil,
sevdiğimiz güldüğümüz nefes aldığımız...
seninle aynı plakta dönmektir en güzeli
hesapsız kitapsız…
4/28/2009
2/13/2009
KİTAP DUYURUSU
Sibel Bengü'nün ilk kitabı 'Aşk Var mı Aşk?' kitapçılarda...
Epsilon Yayınevi'nden çıkan kitap internetten de alınabilecek.
Tabii ki aşk var...
Bu yüzden bütün Ali-ler Ayşe-leri sever, Ayşe-ler de Ali-leri...
Bütün bu ağaçlar boşuna yontulmadı.
Ve yüzyıllar boyu hiçbir aşk boşuna yaşanmadı...
Sibel Bengü
Yazarı : Sibel Bengü
Fiyatı : 13.00 YTL
Editör : Meltem Erkmen
Basım Yeri / Tarihi : İstanbul / Şubat 2009
Barkod : 9789944821308
ISBN : 9944-821-30-8
Sayfa Sayısı : 111
Boyutları : 160 x 230
Kapak Cinsi : Normal Kapak
http://www.epsilonyayinevi.com/pgs/prd/prd_det.asp?fr_recid=5033773
http://www.acikgazete.com/?newsid=25991&category=3
http://www.izmirizmir.net/bilesenler/haberler/haber.php?haber_no=1959
İnternet sipariş adresi: http://www.epsilonyayinevi.com/pgs/prd/prd_det.asp?fr_recid=5033773