10/12/2006

Aklından geçen...


Birdenbire bir lodos anı gibi karmakarışık oluyor kafan. Başından mı boynundan mı bilmem bir şey esip geçiyor... Sen havalara yoruyorsun oysa ben biliyorum aklından geçeni. Lodostan çok öte bir şey...

‘Kahvenin suyunu koydum, unutma’ diyorum, duymuyorsun... Bana gökyüzünün renginden, benim için çamur, senin için yağmur olan sokak taşlarından , delice ıslanmalardan, sokak kedilerinden, kapılardan, pencerelerden, terör’den filan bahsediyorsun. Sırf geçici ve sıradan serüvenlerin kahramanı olmanı istemediğimden, ‘bir sevgilin mi var ‘ diyorum içim ezilerek… Çünkü bilirim çokca acı çekmektir yeni bir sevgili edinmek. Bana İstanbul’u anlatıyorsun sanki daha önce İstanbul yokmuş gibi. İstanbul’daki bulutların kızgınlığını ve pencerene düşürdüğü manzarayı... Bolca gurur, kuşku ve onur biriktiriyorsun. Sorduğumda –hiç- diyorsun, -havalardan- oysa ben biliyorum aklından geçeni.

Yağmurlar, fırtınalar ve çamur sıçratan tekerlerin bıraktığı izler gibi geçiyor zaman, silkeleniyorsun kıştan, pencerene bahar düşüyor. Haylaz kediler savruluyor oradan oraya sıcağı hissedince, bir kuytu barınak aramıyorlar artık senin gibi. Lodos eskisi gibi keskin esmiyor, meltem mi desek artık buna sam yeli mi, bilmem sen neye yoruyorsun?.. Ne de olsa yine karmakarışık kafan...

Kahve telvelerinde onun silüeti, fal niyetine tuttuğun şarkılarda onun niyeti. Artık senin ne düşündüğün değil O‘nun ne düşündüğü önemli. Dilindeki şarkılar onu söylüyor, aldığın kazak onun seveceği türden, kalbin yerinden oynuyor tam kazağının altında, saklıyorsun görünmesin diye.
Bilmiyorsun ki bu lodos anı, aşktan sakınmanın bir başka adı.

İstanbul baharlanıyor... Sen; açıklanamaz olmayı İstanbul’un üzerine atıyorsun, sen; korkularını lodoslu havaların üzerine atıyorsun, sen; mavi rengin cazibesini O‘nun gömleğine atıyorsun.
Aldırmıyorsun, suçlamıyorsun, sadece karmakarışık olmayı sevdiğin için, susuyorsun. Çünkü tüylü kazağının altındaki şey, aşka benzer birşeyler istiyor. Aptallığını seviyorsun. Yok diyorsun bu aya kalmaz geçeeeer gider...

Aylar geçiyor, O geçmiyor. Görmedikçe yüzünü daha da büyüyor... Ellerine düşüyor, gözlerine düşüyor, pencerene düşüyor. Hasta mısın diyorlar suskunluğunu görenler, yorgunum biraz diyorsun,
Sebebini bildiğin ama bir türlü kabullenemediğin bir şeyler oluyor...
Oysa ben biliyorum aklından geçeni!.. Lodostan çok öte bir şey...

Sibel Bengü

Hiç yorum yok:

10/12/2006

Aklından geçen...


Birdenbire bir lodos anı gibi karmakarışık oluyor kafan. Başından mı boynundan mı bilmem bir şey esip geçiyor... Sen havalara yoruyorsun oysa ben biliyorum aklından geçeni. Lodostan çok öte bir şey...

‘Kahvenin suyunu koydum, unutma’ diyorum, duymuyorsun... Bana gökyüzünün renginden, benim için çamur, senin için yağmur olan sokak taşlarından , delice ıslanmalardan, sokak kedilerinden, kapılardan, pencerelerden, terör’den filan bahsediyorsun. Sırf geçici ve sıradan serüvenlerin kahramanı olmanı istemediğimden, ‘bir sevgilin mi var ‘ diyorum içim ezilerek… Çünkü bilirim çokca acı çekmektir yeni bir sevgili edinmek. Bana İstanbul’u anlatıyorsun sanki daha önce İstanbul yokmuş gibi. İstanbul’daki bulutların kızgınlığını ve pencerene düşürdüğü manzarayı... Bolca gurur, kuşku ve onur biriktiriyorsun. Sorduğumda –hiç- diyorsun, -havalardan- oysa ben biliyorum aklından geçeni.

Yağmurlar, fırtınalar ve çamur sıçratan tekerlerin bıraktığı izler gibi geçiyor zaman, silkeleniyorsun kıştan, pencerene bahar düşüyor. Haylaz kediler savruluyor oradan oraya sıcağı hissedince, bir kuytu barınak aramıyorlar artık senin gibi. Lodos eskisi gibi keskin esmiyor, meltem mi desek artık buna sam yeli mi, bilmem sen neye yoruyorsun?.. Ne de olsa yine karmakarışık kafan...

Kahve telvelerinde onun silüeti, fal niyetine tuttuğun şarkılarda onun niyeti. Artık senin ne düşündüğün değil O‘nun ne düşündüğü önemli. Dilindeki şarkılar onu söylüyor, aldığın kazak onun seveceği türden, kalbin yerinden oynuyor tam kazağının altında, saklıyorsun görünmesin diye.
Bilmiyorsun ki bu lodos anı, aşktan sakınmanın bir başka adı.

İstanbul baharlanıyor... Sen; açıklanamaz olmayı İstanbul’un üzerine atıyorsun, sen; korkularını lodoslu havaların üzerine atıyorsun, sen; mavi rengin cazibesini O‘nun gömleğine atıyorsun.
Aldırmıyorsun, suçlamıyorsun, sadece karmakarışık olmayı sevdiğin için, susuyorsun. Çünkü tüylü kazağının altındaki şey, aşka benzer birşeyler istiyor. Aptallığını seviyorsun. Yok diyorsun bu aya kalmaz geçeeeer gider...

Aylar geçiyor, O geçmiyor. Görmedikçe yüzünü daha da büyüyor... Ellerine düşüyor, gözlerine düşüyor, pencerene düşüyor. Hasta mısın diyorlar suskunluğunu görenler, yorgunum biraz diyorsun,
Sebebini bildiğin ama bir türlü kabullenemediğin bir şeyler oluyor...
Oysa ben biliyorum aklından geçeni!.. Lodostan çok öte bir şey...

Sibel Bengü

Hiç yorum yok: