10/18/2006

Ayna ayna güzel ayna... 'en güzel sensin' de bana!..

(At the Mirror/ 1827 Oil on canvas, 46 x 35 cm, Kunsthalle, Kiel)

Bir masalla başlar hayat, annemizin dudaklarında. Karlı kış akşamlarının büyüsü, yorgan altı sıcak gecelere uzanır ve ıslanır yastığımız gözyaşlarımızla... Hepimizin çocukluğuna; Kırmızı şapkalı bir kızın masumiyeti ve bir kurt olabilmenin kurnazlığı sinmiştir. Elbette tercihimiz daima Kırmızı şapkalı kız olma yönündedir. Aynada her sabah iyi yüzümüzü yıkamamız bu yüzden değil midir?

Beklentilerimiz nelerden oluşur birdenbire yaş 30 olunca? Annemizin kulağımıza fısıldadığı masallara bir bakalım. Sanki hiç avcı, sanki hiç babaanne yahut kurt olmayacakmışız gibi... Sahi hangi hayallerle büyürüz biz, nasıl geçer zaman, neyi biriktiririz, neyi atlarız? ya orta yaş sendromunda ‘hadi çabuk az kaldı’ paniklerinde kendini olmayacak maceralara atanlarımız?.. Son soluğunda, ‘hiç keşke demedim hayatım boyunca’ diyen kaç kişi tanıyorsunuz? Bunu büyük bir özgüvenle söyleyenlerin hayatına bir de onun gözünden bakabilseydik keşke, ‘keşke’ dediğimiz anlarda. Hayat; masum bir Kırmızı başlıklı kız ve Kurnaz kurt olma tercihini de beraberinde getirir oysa. Beklentilerimizi belirleyen sadece kendimiz miyiz hayat yolculuğunda? Öyleyse bu masallar, ninniler, kitaplar, filmler neyin nesi? Toplumun kuşatması altında hayatımızın ne kadarını kendimiz olarak yaşıyoruz? Ne kadarını erteleyip, ne kadarını sindiriyoruz? Çocukluğumuza duyduğumuz özlemin arkasında, hep o kırmızı başlıklı kız olma isteği yattığı ve büyüdüğümüzdeyse o kurnaz kurt da olabilmeyi içimize sindiremediğimiz için mi rahatsızız? Gerçekleri gözardı etmek mi huzursuz edici, yoksa zaman zaman o kurt kimliğine bürünebileceğimizi bilmek mi?

Ayna söyle bana, kimim ben? Neyi bekledim bunca zaman? Ayna söyle nasıl ben ‘ben’ oldum? Kırıldığımda, üzüldüğümde, çok ağladığımda mı, mutluluktan ağzım kulaklarıma vardığında mı? Yoksa yorgunluğumun tek sebebi kendimi ifade edebilmek için verdiğim mücadele mi? Kimse sormadı mı bana kimsin ve ne istersin diye? Ayna söyle hadi, bu masalın sonunda kim kazanıyor kim kaybediyor? Kurdun midesine giren babaanne miyim yoksa karın deşme işini yapacak kadar öfke dolu bir avcı mı? E haliyle hayatlarımızın baş kahramanı biziz biz olmasına da, hep aynı rolde kalacak değiliz herhalde!.. Var mı kendi masalının sonunu bilen bir babayiğit, çıksın söylesin bana?..

Peki, bırakalım kırmızı başlıklı kızı bir tarafa, bir de Sindirella olmayı deneyelim. Ya kötü kalpli Cadı da olursak masalın sonunda? Yahut ayakkabımızı düşürmekle başlayacak belki de yeni bir hayat. Kaybettiğimizi düşünerek geçireceğimiz her saat her saniye, kazançlarımızla karşılaşacağımız bir serüvenden ibaret olamaz mı?

Ayna söyle bana, dünümü saklamadan, bu günümü atlamadan, yarın varolarak nasıl yaşarım söyle? Büyümenin çok para kazanmak olmadığını, kürkümün yiyeceği ekmekle adam olunmadığını, sahip olduğum en güzel şeyin ne istediğimi tanımlayabilmekten geçtiğini söyle. Masalların içinde bir kötü kalpli cadı olma olasılığının da var olabileceğini, hayatın bize her zaman iyi şeyler sunmasının yanısıra aklımıza düşen kötülükleri nasıl ehlileştirip nasıl zararsız hale getireceğimizi, asabi günlerimin özürünün yazılı olduğu tabelayı nereye asabileceğimi, başkalarını affetmenin yolunun önce kendimi affetmekten geçtiğini söyle bana, tekrar tekrar söyle ki unuttuklarımı hatırlayabileyim.

Güzel ayna, seni yıllar önce almıştım Nişantaşı’ndan, bir büyücü filan bırakmamıştı avuçlarıma. Hiç sevmemiş, hiç gülmemiş, hiç acı çekmemiş gibi bakma bana. Bana tekrar sevmeyi öğret hatalarımla. Hadi ayna... Dün’ü şimdi yapmayı öğret.

Masalları, hikayeleri, siyah beyaz türk filmlerini, Tommiks, Teksasları, Pembe dizileri ve diğerlerini, annemin kulağıma söylediği ninnileri, babamın ‘Rüzgargülü’ hikayesini, kırmızı pabuçlarımı ve mavi topumu unutmadan, ama unutarak hayal kırıklıklarını, kaybedilmiş zamanları, saklanmadan, duygularımla oynanmadan varolmayı, varolurken kendimi görmeyi göster bana.

Zaman çok hızlı akıyor Ayna. De ki bana; Çocukluğun kazanılmış en büyük zaferdir ve masallar ve hikayeler ve ninnilerle zenginleşmiştir... Kristal bir ayakkabı düşürmen gerekmiyor yeniden başlamak için ama kaybetmekte yeniden başlamak için iyi bir neden. Kırılmadan, yorulmadan, değişimin sadece ziyanla olmadığını gör diye. Ve biliyormusun de, işte o zaman, göreceksin herkesi, herşeyi, sabrı, inancı, anneni, babanı, büyük büyük babanın hatalarını, oğlunda kendi çocukluğunun haylazlığını.
Hadi ayna... Göster bana sivrilen noktalarımı... Seveyim kendimi yeni baştan. Şimdiyi şimdi, dünü dün, yarını yarın yapmak için;
de ayna, 'en güzel sensin' de... inan bu bile yeter...
hadi...


Sibel Bengü
BAZ MAGAZİN

Hiç yorum yok:

10/18/2006

Ayna ayna güzel ayna... 'en güzel sensin' de bana!..

(At the Mirror/ 1827 Oil on canvas, 46 x 35 cm, Kunsthalle, Kiel)

Bir masalla başlar hayat, annemizin dudaklarında. Karlı kış akşamlarının büyüsü, yorgan altı sıcak gecelere uzanır ve ıslanır yastığımız gözyaşlarımızla... Hepimizin çocukluğuna; Kırmızı şapkalı bir kızın masumiyeti ve bir kurt olabilmenin kurnazlığı sinmiştir. Elbette tercihimiz daima Kırmızı şapkalı kız olma yönündedir. Aynada her sabah iyi yüzümüzü yıkamamız bu yüzden değil midir?

Beklentilerimiz nelerden oluşur birdenbire yaş 30 olunca? Annemizin kulağımıza fısıldadığı masallara bir bakalım. Sanki hiç avcı, sanki hiç babaanne yahut kurt olmayacakmışız gibi... Sahi hangi hayallerle büyürüz biz, nasıl geçer zaman, neyi biriktiririz, neyi atlarız? ya orta yaş sendromunda ‘hadi çabuk az kaldı’ paniklerinde kendini olmayacak maceralara atanlarımız?.. Son soluğunda, ‘hiç keşke demedim hayatım boyunca’ diyen kaç kişi tanıyorsunuz? Bunu büyük bir özgüvenle söyleyenlerin hayatına bir de onun gözünden bakabilseydik keşke, ‘keşke’ dediğimiz anlarda. Hayat; masum bir Kırmızı başlıklı kız ve Kurnaz kurt olma tercihini de beraberinde getirir oysa. Beklentilerimizi belirleyen sadece kendimiz miyiz hayat yolculuğunda? Öyleyse bu masallar, ninniler, kitaplar, filmler neyin nesi? Toplumun kuşatması altında hayatımızın ne kadarını kendimiz olarak yaşıyoruz? Ne kadarını erteleyip, ne kadarını sindiriyoruz? Çocukluğumuza duyduğumuz özlemin arkasında, hep o kırmızı başlıklı kız olma isteği yattığı ve büyüdüğümüzdeyse o kurnaz kurt da olabilmeyi içimize sindiremediğimiz için mi rahatsızız? Gerçekleri gözardı etmek mi huzursuz edici, yoksa zaman zaman o kurt kimliğine bürünebileceğimizi bilmek mi?

Ayna söyle bana, kimim ben? Neyi bekledim bunca zaman? Ayna söyle nasıl ben ‘ben’ oldum? Kırıldığımda, üzüldüğümde, çok ağladığımda mı, mutluluktan ağzım kulaklarıma vardığında mı? Yoksa yorgunluğumun tek sebebi kendimi ifade edebilmek için verdiğim mücadele mi? Kimse sormadı mı bana kimsin ve ne istersin diye? Ayna söyle hadi, bu masalın sonunda kim kazanıyor kim kaybediyor? Kurdun midesine giren babaanne miyim yoksa karın deşme işini yapacak kadar öfke dolu bir avcı mı? E haliyle hayatlarımızın baş kahramanı biziz biz olmasına da, hep aynı rolde kalacak değiliz herhalde!.. Var mı kendi masalının sonunu bilen bir babayiğit, çıksın söylesin bana?..

Peki, bırakalım kırmızı başlıklı kızı bir tarafa, bir de Sindirella olmayı deneyelim. Ya kötü kalpli Cadı da olursak masalın sonunda? Yahut ayakkabımızı düşürmekle başlayacak belki de yeni bir hayat. Kaybettiğimizi düşünerek geçireceğimiz her saat her saniye, kazançlarımızla karşılaşacağımız bir serüvenden ibaret olamaz mı?

Ayna söyle bana, dünümü saklamadan, bu günümü atlamadan, yarın varolarak nasıl yaşarım söyle? Büyümenin çok para kazanmak olmadığını, kürkümün yiyeceği ekmekle adam olunmadığını, sahip olduğum en güzel şeyin ne istediğimi tanımlayabilmekten geçtiğini söyle. Masalların içinde bir kötü kalpli cadı olma olasılığının da var olabileceğini, hayatın bize her zaman iyi şeyler sunmasının yanısıra aklımıza düşen kötülükleri nasıl ehlileştirip nasıl zararsız hale getireceğimizi, asabi günlerimin özürünün yazılı olduğu tabelayı nereye asabileceğimi, başkalarını affetmenin yolunun önce kendimi affetmekten geçtiğini söyle bana, tekrar tekrar söyle ki unuttuklarımı hatırlayabileyim.

Güzel ayna, seni yıllar önce almıştım Nişantaşı’ndan, bir büyücü filan bırakmamıştı avuçlarıma. Hiç sevmemiş, hiç gülmemiş, hiç acı çekmemiş gibi bakma bana. Bana tekrar sevmeyi öğret hatalarımla. Hadi ayna... Dün’ü şimdi yapmayı öğret.

Masalları, hikayeleri, siyah beyaz türk filmlerini, Tommiks, Teksasları, Pembe dizileri ve diğerlerini, annemin kulağıma söylediği ninnileri, babamın ‘Rüzgargülü’ hikayesini, kırmızı pabuçlarımı ve mavi topumu unutmadan, ama unutarak hayal kırıklıklarını, kaybedilmiş zamanları, saklanmadan, duygularımla oynanmadan varolmayı, varolurken kendimi görmeyi göster bana.

Zaman çok hızlı akıyor Ayna. De ki bana; Çocukluğun kazanılmış en büyük zaferdir ve masallar ve hikayeler ve ninnilerle zenginleşmiştir... Kristal bir ayakkabı düşürmen gerekmiyor yeniden başlamak için ama kaybetmekte yeniden başlamak için iyi bir neden. Kırılmadan, yorulmadan, değişimin sadece ziyanla olmadığını gör diye. Ve biliyormusun de, işte o zaman, göreceksin herkesi, herşeyi, sabrı, inancı, anneni, babanı, büyük büyük babanın hatalarını, oğlunda kendi çocukluğunun haylazlığını.
Hadi ayna... Göster bana sivrilen noktalarımı... Seveyim kendimi yeni baştan. Şimdiyi şimdi, dünü dün, yarını yarın yapmak için;
de ayna, 'en güzel sensin' de... inan bu bile yeter...
hadi...


Sibel Bengü
BAZ MAGAZİN

Hiç yorum yok: